Büyük Satranç Tahtası -3: Türkiye'nin Stratejik Hüviyetine Kavuşması
2019 ve 2020 yıllarıyla birlikte bir yandan 30 yıllık işgalden sonra Karabağ'ın kurtarılması sürecinin ilk adımı olan 2020 yılındaki 2. Karabağ Savaşı'nda Türkiye'nin oynadığı büyük rol, diğer yandan Trablusgarp'a 1911'den sonra bir asırdan fazla süren bir aranın ardından Türkiye'nin dönüşü ve imzalanan Deniz Yetki Alanı Anlaşması ile Türkiye dünya medyasının ve siyasetinin odak noktasına oturuyordu. Dahası Barış Pınarı Harekatı sürecinde ve sonrasında Türkiye'ye dönük baskıların, ambargoların, yaptırımların da hissedildiği, ekonomik savaşın etkilerinin belirginleştiği bir dönemdi.
Böyle bir zamanda 2020 yılında Türkiye'nin güvenliği, ekonomisi, demografik şartları bakımından en kritik saha olan Suriye'deki durum da Türkiye için risk seviyesini daha da fazla arttırmıştı. Rusya'nın hava kuvvetleri, İran'ın ve vekillerinin kara kuvvetleri desteğini alan Esad Rejimi Halep'i ele geçirdikten sonra muhaliflerin büyük kısmının ve milyonlarca sivilin sığındığı İdlib'i kuşatmış ve saldırılara başlamıştı.
Bu, hem Suriye'de muhalif güçlerin büyük kısmının yok edilmesi ve Esad Rejimi'nin soykırım sonrası mutlak zaferi hem Rusya ve İran'ın Suriye üzerindeki vesayetinin hem PKK'nın Esad Rejimi güvencesinde varlığını devam ettirmesi riskini hem de Türkiye'deki milyonlarca sığınmacıya yenilerinin katılması riskinin ortaya çıkması anlamına gelecekti.
Tam bu zamanlarda Türkiye, Suriye'de İdlib'te toplanmış milyonlarca muhalifi ve sivili katliamdan ve Türkiye'ye sürülmekten korumak üzere Bahar Kalkanı Harekatı'nı gerçekleştirmeye başlamıştı. Böylelikle Suriye'de Esad'ın muhalefeti tamamen yok etmesi engelleniyor ve bugünlere varan Suriye Devrimi'nin tohumları bizzat Türkiye tarafından ekiliyordu.
Askerî harekat önemli oranda başarılı olmuş ve İdlib'de muhaliflerin tutunması sağlanmış, sivillerin Türkiye'ye doğru sürülmesi engellenmişti. Türkiye yine en başından itibaren Suriyeli muhalifleri sistematik olarak destekleyen tek devlet olmayı ısrarlı bir şekilde sürdürüyor, bunun için de bedeller ödemeyi göze alıyor ve askerî, siyasi, ekonomik bedelleri de ödeyerek küresel aktörlüğe giden süreci inşa ediyordu.
ABD Başkanı Trump'ın "Suriye'nin anahtarı artık Türkiye'de" demesi, "muhaliflerin arkasında Türkiye var" diye ifade etmesi boşuna değildi. Devrimden hemen sonra ABD ve Alman Dışişleri Bakanlarının apar topar Türkiye'ye gelmesi de sebepsiz değildi. Suriye Devrimi'ne giden sürecin devlet olarak tek başına aktörü olan bir Türk Devleti vardı.