Büyük satranç tahtası-4: Büyük Türkiye ideali
Suriye Devrimi sonrası Türkiye'nin küresel aktörlüğünün tartışıldığı günlerdeyiz. İşte bu günlere kadar gelen tarihsel süreçte Erdoğan Türkiye'sinin "büyük stratejisi"ni bir seri olarak bu köşede tartışıyorum. Bugünse hikayenin başına dönüyor ve "iç politika" gibi gördüğümüz konuların nasıl da aslında "dış politika" konuları olduğunu ve büyük satranç tahtasındaki konumları ele alıyorum.
Türkiye'nin geride bıraktığımız asrında yapılan temel politik tartışmalara, iç ve dış politikada alınan pozisyonlara bakıldığında aslında iki temel eksen karşımıza çıkmaktadır. İdeolojik veya siyasi sıfatları, tanımlamaları ne olursa olsun Türk siyasetini anlamak için bu iki ekseni analiz etmek gerekmektedir.
Birinci eksen Türkiye'nin Batı karşısındaki ikincil, uydu müttefiklik konumunu "rasyonel dış politika" olarak kabul eden, bu çerçevede de Batı'nın proje yapılarına (İsrail, Yunanistan, Ermenistan, PKK vs) kategorik olarak karşıt pozisyonda yer almak istemeyen, Türkiye'nin Ortadoğu ve Orta Asya ile ilgili iddialarından vazgeçmeye hazır bir eksendir. Yine bu eksen, dış politikadaki "Batıcı" konumlanmasının devamı olarak iç politikada da Batıcılığın siyasal ve kültürel dilini temel alan; Türklük ve Müslümanlığı bir kültürel ve siyasal kimlik olarak sahiplenmeyen, Batı'nın ve Batıcılığın kültürel, siyasal ve ekonomik hegemonyasına meydan okumayan bir eksendir. Sıfatlar veya tanımlamalar değişse de birinci eksendeki siyasal pozisyon sahipleri kendilerini sol, sosyalist, liberal sol, Kemalist, liberal gibi tanımlamaktadır.
Türkiye'deki ikinci temel siyasal eksen ise Türkiye'nin Batı ile bağımlılık ilişkileri içerisinde konumlanmış bir herhangi üçüncü dünya ülkesi olmasını kabul etmeyen, Türkiye'nin dünyada bir hegemonya mücadelesi vermesi gereken bir "Büyük Türkiye" olması gerektiğini savunan, tarih ve kimlik esasında Türklük ve Müslümanlığı siyasal, kültürel olarak sahiplenen dolayısıyla Türk ve İslam dünyasına dair iddiaları bulunan ve imparatorluk kimliğini Türkiye'nin ana ekseni olarak kabul eden bir eksendir. İç politikada da bunun devamı olarak milliyetçi ve muhafazakar politikaları sahiplenmektedir.
Bu iki eksen arasındaki en temel farklardan bir diğeri de birinci eksen bugüne kadar hiçbir seçim sonucunda tek başına iktidara gelemezken askeri, bürokratik ve kültürel vesayet unsurlarının etkisiyle Cumhuriyet tarihinin büyük kısmında etkili olmuştur. Etkisini kaybettiği ve ikinci eksenin güçlendiği dönemlerde de askeri müdahaleler, jüristokratik girişimler ve başka birtakım müdahale ve baskı biçimleri ortaya çıkmış ve Türkiye'nin Batı-merkezli ekseninin kaymaması sağlanmıştır.