Büyük milletin küçük fertleri
Son iki asırda büyük topraklar kaybettik. Asırlar boyu sahip olduğumuz, yönettiğimiz daha da önemlisi kültür ve medeniyet mührümüzü vurarak vatanlaştırdığımız yurtlar elimizden çıktı. Yitip gidense sadece o topraklarımız değildi...
Bir medeniyetin ne kadar unsuru varsa onların hepsinde birden zirvede yer alan Türk İmparatorluğu'nun çöküşü sürecinde ortaya çıkan çabalar da başka bir travma yaratmıştı. Teknik, idari, hukuki, siyasi ve ekonomik boyutlarıyla ortaya çıkması gereken modernleşme sürecini gölgede bırakan bir Batılılaşma sürecinin yaşanmış olması kimliğin ve kültürün devamlılığı bakımından büyük bir travmaya daha sebep oluyordu. Belki, Batı galip, biz de mağluptuk ve Batı dünya hakimiyetini sömürgecilik dönemiyle paralel bir şekilde inşa ettiği politik, ekonomik ve kültürel hegemonyadan alıyordu ama neticede biz de Afrika'daki sömürge halkı değildik.
Nihayetinde bu iki büyük travma sadece kimliğin ve kültürün devamlılığına darbe vurmuyordu. Bu kendisi gibi olmayı sorun olarak gösteren hakim Batı-merkezci zihniyet büyük bir toplumsal özgüven sorunu olarak karşımıza çıkıyordu. Bu özgüven meselesi bir yönüyle dış politikadaki Batı vesayetini yeniden üreten bir yönüyle Türkiye içindeki Batıcı vesayet unsurları için meşruiyet sorununa dönüşüyordu.
Belki başka imparatorluk kaybeden milletler de vardı ama onların bu özgüven sorununu yaşamamalarının temelinde onlarda tarih ve kimlik esasında bir kopuşun olmaması geliyordu. Başkalaşmamışlar, modern değişimi tedrici bir süreçte yaşamışlar ve kendi kimliklerine, tarihlerine, mukaddesatlarına çelişir bir yeniden inşa süreci geçirmemişlerdi.
Bütün bunların toplumsal hayatın birçok veçhesinde somutlaştığı sorunlar ortaya çıktı ve etkileri bugün de devam ediyor.
Tüm bunlara günümüz küresel Batı hegemonyasının tüm değerlere, maneviyata, aileye, cinsiyete, millete ve devlete saldırıları da eklendiği zaman tüm bu kimlik ve özgüven bunalımları daha da belirginleşiyor.
Neticede ne mi oluyor Ne o kadim Türk özgüvenini, ihtişamını, zarafetini, asaletini eskisi kadar koruyabiliyoruz ne de Türk devletinin son yıllarda dünya siyasetinde artan ağırlığına paralel bir kültür ve zihniyet hamlesi yapabiliyoruz.
Toptancı, indirgemeci bir kötümserlik ortaya koymak istemiyorum. Zira tüm o iyi hasletleri taşıyan pek çok kişi de var, kültür ve zihniyet adına ümit veren çok fazla gelişme de var. Ama iyi örnekler kadar kötü örneklerin de çokluğuna dikkat çekmek, dert edinmek gerekiyor.