Beyazlaşma çabasının psikolojisi
"Bilindiği gibi Kurtuluş Savaşı'ndan sonra bizde Batılılaşmak eğilimi baş göstermiş, yeni bir düşünce tarzı, yeni bir sanat, yeni bir ahlak kurulması için mücadele başlamıştır. Bu mücadele köklü olarak entelektüel planda yürütülüyor, yeni bir dünya görüşünün toplumsal ve özdeksel yaşama koşullarındaki bir yenileşmeyi izlediği hiç hesaba katılmaksızın, eski kalıba yeni bir boya vurulmak isteniyordu. Bunun sonucu olarak, özellikle büyükşehirlerde yaşayan orta halli zümrelere bağlı bir kuşak yetişti.
Bu kuşak sinemanın, dergilerin, basının da himmetiyle Batı'nın taklitçisi haline geldi. Bu onların henüz o çağı değil de kendi çağını yaşayan toplumsal çevrelerinden ayrılmalarına, onunla çelişmelerine, ona kızmalarına sebep oldu. Bu insanlar kültür düzeylerine göre derece derece soysuzlaştılar; toplum dışı, gerçek dışı her türlü sapık serüvene elverişli kimseler haline geldiler. Toplumsal çevreleriyle çelişmelerini, memleketle bağlarının çözülmesi izledi. Ya korkunç bir kötümserliğin tutsağı oldular ya da ufalanıp gittiler. İçlerinden pek azı gerçeğe yüzünden bakabilmek, memleketinin koşullarını kavrayabilmek ve gerekli fikir bileşimini yapabilmek basiretini gösterdi."
Attila İlhan'ın "Sokaktaki Adam" romanında bu sözlerle anlattığı profil belki de son 1 buçuk asırdır çeşitli karakterlerle edebiyatımızda temsil ediliyor. Bu konunun ve bu tiplemelerin bu kadar konu edilmesi boşuna değil.
19. yüzyıldan itibaren toplumun bilhassa bazı kesimlerinde daha da yoğun yaşanan Batılılaşma, Türkiye'nin son asrında pek çok kültürel ve siyasal tartışma gündeminin ana ekseninde yer almıştır.
Türkiye'nin kültürel, entelektüel, bürokratik ve ekonomik elitlerinde daha fazla hissedilen Batılılaşma süreci hem bu sürece kültürel ve sınıfsal dinamikler nedeniyle muhafazakar ve milliyetçi bir reaksiyon gösteren toplumsal çevre ile arasında bir "merkez-çevre" zıtlığı oluşturmuş hem de toplumu dönüştüren aktörlerin başında elitler geldiği için Batı kültürel hegemonyasının Türkiye'de "yerli" elitler vesilesiyle yeniden üretilmesi ve yaygınlaşması sonucunu doğurmuştur.
Bu durum da Batı'nın hegemonyasının etkisiyle kendi ülkesini, toplumunu, kimliğini, dinini, milliyetini pek çok olumsuzluktan sorumlu tutan; özgüven sorunu yaşayan bir toplumsal ekosistem ortaya çıkarmıştır. Batı'nın kültürel hegemonyasına karşı muhafazakar ve milliyetçi reaksiyon gösteren kesimlerde bile bu etkinin az da olsa görüleceği, bu kesimlerin genç nesillerinde kentleşme, bireyleşme, orta-sınıflaşma ve eğitim seviyelerindeki artış gibi etkiler üzerinden bu sürecin daha da somut izlenebileceği bir hegemonya gerçeği karşımıza çıkmıştır.