ARABESKİN SOSYOLOJİSİ
Senden bir hatıra bana bu şarkı,
Bir gün gitsen bile hatıran yeter,
Unutmak mümkün mü böyle bir aşkı
Bir gün gitsen bile hatıran yeter...
Yitip giden aşkın ardından söylenmiş bir şarkı belki her müzik türünde vardır ama onun edebî ve müzikal olarak ifade ediliş biçiminin arkasında bir toplumsallık yatmaktadır. Merhum Ferdi Tayfur'un da Türkiye'deki arabesk müziğin de hikayesini bu toplumsallık içerisinde ele almak gerekiyor.
Müzik toplumsal ilişkilerin, kültürel değişimin ve sınıfsal farklılıkların izlerinin sürülebileceği bir düzlemdir. Zannedildiği gibi evrensel değildir; milletlere, geleneklere ve sınıfsallığa göre ortaya çıkar ve tarihsel-toplumsal bir çerçevesi bulunur.
Aslında Ferdi Tayfur'un da genel olarak arabesk müziğin hikayesi de Türkiye'nin kendine özgü dinamikleriyle ortaya çıkmış modernleşme hikayesinde gizlidir...
Erken Cumhuriyet dönemindeki radikal Batıcı kültürel politikaların uygulama sahaları arasında müzik ve sinema da geliyordu. Tepeden inme bir Batılılaşma projesini Türk milletine dayatan, milletin kimliğini ve kültürünü Batıcılık esasında değiştirmeyi hedefleyen politikalarla önce 1926'da Türk müziğinin öğretimi yasaklandı. Bir süre sonra radyolarda Türk müziğinin çalınması da yasaklanacaktı. Amaç Türk milletinin kendi millî müzik türlerini değil Batılı müzikleri icra etmesini sağlamaktı.
Bir yandan da Türk sinemasını kurumsallaştırmaya çalışan Muhsin Ertuğrul ve benzerlerinin Batılılaşmayı sinema üzerinden dayattığı, Türk milletinin kendi hikayesinden çok Batıcı hikayelere maruz kaldığı yıllardı.
Ne "yerli" konservatuarlarda üretilen ve "yerli" radyolarda çalınan Batı müziği ne de Batı kültürünü empoze eden "yerli" sinema Türk milleti tarafından ilgi ve kabul gördü. Sadece küçük bir Batıcı elitin içine hapsolan bu kültür; Batıcı elit - gelenekçi halk ayrışmasının kökenlerini oluşturuyordu.
İşte bu Batıcı kültür dayatmasına mesafe koyup milliyetçi ve muhafazakar bir kültürel tavır alan Anadolu halkı bir yandan kendi geleneksel Türk müziğini devam ettirmeye çalışırken bir yandan da Batı müziğine göre çok daha yakın hissettikleri Arap radyolarından çalan müzikleri dinliyordu. Dahası sinemada da bilhassa 1940'lardan itibaren popüler hale gelen Mısır sinemasının filmleri Türkiye'de kapalı gişe oynamaya başlamış, Batıcı kültürden ziyade kendi kültürlerine yakın hissettikleri Mısır filmleri ve o filmlerde çalan şarkılar çok fazla ilgi çekmeye başlamıştı.
Türkiye böyle bir kültürel kaos döneminde hem kendi millî müziği ile bağlantısını sürdürmekte zorlanır hem dayatılan Batı müziğini kabul etmezken bu boşluğu Arap ezgileri doldurmaya başlamıştı. Bu süreç uzun süre devam ederken daha sonra başka bir şey daha oldu: