Dünya tarihi boyunca entelektüel hayatla, fikir hareketleriyle, ideolojik açılımlarla akademyanın güçlü bir ilişkisi olmuştur. Üniversiteler ve akademisyenler hem fikir hayatına yön vermiş hem de yeni kuramsal tartışmaların, yeni kavramların, fikir akımlarının merkezinde yer almıştır. Bu bakımdan siyasetin teorik ve ideolojik arka planında üniversiteler ve akademisyenler belirleyici olmuştur.
Dünyada neoliberalizmin hakim olduğu dönemle birlikte entelektüelden ziyade spesifik konularda uzmanlaşmış; fikir yerine teknik veri veya bilgi üreten bir akademisyen tipi ortaya çıkmıştır. Aşırı uzmanlaşmanın, sadece tek bir konuya dair bilgi sahibi olmanın ideal olarak sunulduğu bu piyasacı akademyada akademisyenler uzman memurlara indirgenmiştir.
Yeni fikirlerin üretmeden, mevcut üretilmiş çerçeveleri sorgulamadan, hakim bir hegemonyaya kuramsal ve metodolojik olarak rıza göstererek, hakim söylem içerisinde ölçülebilir bilgi, profesyonel çıktı üreten bir profesyonel akademisyen tipi tüm dünya için artık büyük bir soruna dönüşmüştür. Foucault'nun "evrensel entelektüelin ölümü" dediği, Edward Said'in "entelektüelin kurumsal evcilleştirilmesi" diye adlandırdığı süreç böyle bir süreçtir. Çünkü fikir üretilmesi, sorgulanması hegemonya bakımından risklidir. Bu nedenle Batı'nın kültürel hegemonyası bir yandan piyasacılığı öne çıkaran neoliberalizmle diğer yandan "büyük anlatılar çağı bitti" diyen post-modernizmle birlikte kendi hegemonik düzenini tüm dünya akademyasına dikte etmiştir.
Atıflar, dizinler, dergiler, uluslararası indeksler üzerinden hem dünya akademisini kendi ölçülerinde standardize eden ve kendi ölçütlerini evrensel ölçütlermiş gibi sunan hem de kendi istediği fikirlerin dışında kalanları ve hatta riskli gördüklerini yok sayan bir hakimiyet ortaya çıkmıştır. Bu nedenle yüksek prestijli indekslerde çıkan dergilerdeki makalelerde İsrail'in katliamlarından "ama"sız bahseden, PKK'ya terör örgütü diyen, 1915'te (sözde) Ermeni Soykırımı olmamıştır diyen makalelerin yayımlanması imkansızdır. Çünkü hegemonya bunu "bilimsel değil" diye kodlamaktadır. Biz de akademik atanma ve yükselme kriterlerimizle bu hegemonyaya bir nevi rıza göstermekte ve hegemonyayı yeniden üretebilmekteyiz.
İşte bu akademik düzen hakim söylemin ve çerçevenin sorgulanmasını istememekte, memurlaştırılmış uzmanlara teknik veri ve bilgi üretmesi için bir alan bırakmakta; teorisiz bilgi üretmeye çalışmak marifet gibi sunulmaktadır. Bu bir akademik tercih değil ideolojik bir mecburiyete dönüşmüştür.

6