ABD hegemonyası ve bilim

Soğuk Savaş döneminden sonra ABD'nin tek hegemonik güç olduğuna dair bir kanaat dünyaya yerleşmiş, bu kanaat de "Tarihin Sonu" gibi tezlerle yerleştirilmişti. Bu teze göre dünya artık tek kutuplu ve tek egemen gücün ABD olduğu bir dünyaydı ve uzun süre de böyle kalacaktı.

Pek çok boyutuyla, kavramıyla, yöntemiyle sosyal bilimlerin pek çok disiplini de bu hegemonyanın yeniden üretilmesi için seferber ediliyordu. Zaten 200 yıllık Batı hakimiyetinin ve Batı kolonyalizminin kültürel hegemonyasının etkisiyle kurulmuş ve Soğuk Savaş döneminde de daha da geliştirilmiş pek çok disiplin de (bazı Ortodoks Marksist ve milliyetçi ekoller hariç) Batı hegemonyasının başka bir alt versiyonu olan ABD hegemonyasına rıza göstermeye dünden razı haldeydi.

Mesela bu dönemde oluşturulmuş Uluslararası İlişkiler literatürü bu hegemonyaya argüman üretme merkezi olarak tüm dünyaya hakim oluyordu. ABD hegemonyasının ve bu hegemonyaya rıza göstermenin sorgulanamazlığından, Türkiye özelinde de birçok akademisyenin eliyle üretilmiş Avrupa Birliği'ne girmenin bir ölüm kalım meselesi olduğuna kadar birçok tezle bir zihinsel vesayet kuruluyordu.

Yine bu hegemonyanın ilanı kendisini diğer disiplinlerin literatüründe de gösteriyor, iktisatta neoliberal iktisatın prensipleri ekonominin evrensel, bilimsel prensipleri olarak dikte ediliyor; ulus-devletler küreselleşmiş kapitalizmin çıkarları doğrultusunda baskılanıyordu.

Benzeri bir durum siyaset bilimi ve sosyoloji için de geçerliydi. Soğuk Savaş sonrasında neoliberal küreselciliğin çıkarlarına uygun bir şekilde birdenbire post-yapısalcı fikirler tedavüle sokularak ulus-devletler hedef alınmaya başlanıyor; ulus-devletlerin ve milliyetçiliklerin tahakkümün ve şiddetin kaynağı olarak ne kadar çağdışı kaldığı, etnik grupların haklarının ne kadar yendiği ve sınırların artık ortadan kalkması gerektiğine dair on binlerce tez ve makale üretiliyordu.

Önce 2008 kriziyle birlikte neoliberalizm tam da iki merkezinden biri olan ABD'de çöküşe uğradı; sosyal devletin ve ulus-devlet müdahalesinin önemi bir kez daha anlaşıldı. "Tarihin Sonu" kitapları bizzat kendi yazarları tarafından "çöp" ilan edildi. Sonra hem Avrasya'da hem Ortadoğu'da hem Pasifik'te hem de Latin Amerika ve Afrika gibi bölgelerde özelde ABD'nin genelde de Batı'nın gücü ve etkisinin ciddi şekilde sınırlı olduğu görülmeye başladı. Aynı zamanlarda neoliberalizmin diğer merkezi olan İngiltere de neoliberal küreselciliğin ulus-devletlere tek yol olarak dayattığı ulus-ötesi yapılanma olan Avrupa Birliği'nden çıkış kararı aldı.

Bütün bunlara Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya ve ABD'nin bir uydu-müttefik olarak gördüğü Türkiye'nin de ABD hegemonyasına hem bölgesel hem de küresel düzeyde açıkça meydan okuması ekleniyordu.