28 Şubat'ı "post-modern darbe" zannetmek
Yarın 28 Şubat Darbesi'nin 28. yıldönümü... Aradan bu kadar zaman geçti ama hala 28 Şubat gibi üzerine bu kadar tartışma yapılmış bir tarihsel hadiseyi doğru kavramlarla, isabetli bir çerçevede tanımlayıp ele alamıyoruz.
28 Şubat genelde Refah-Yol Hükümeti'nin devrilmesine dair birtakım siyasi tarih örnekleri üzerinden biraz da başörtüsü yasağına dair örnekleri içerecek bir yıldönümü anlatısından ibaret bir şekilde geçiştiriliyor. Daha önce defalarca bu köşede ele aldığım üzere ne 28 Şubat'ın sosyolojik çerçevesi kuruluyor, ne ekonomi-politiği tartışılıyor ne de dış politikasına derinlemesine değiniliyor.
Bunlar yapılmayınca da hem 28 Şubat'ın içi boşalıyor hem de 28 Şubat'la alakalı meydanı boş bulan 28 Şubatçıların kavramları bizzat 28 Şubat mağdurları tarafından kabullenilip tekrarlanıyor.
Mesela hangisi mi
28 Şubat'a "post-modern darbe" demek gibi...
Şimdi burada "askerî darbenin moderni, post-moderni olur mu" diye sormak bile saçma. Post-modernizm tartışmalarına, uzun felsefi, kuramsal mülahazalara girmeye gerek bile yok çünkü 28 Şubat'ın post-moderniteyle bir alakası yok. 28 Şubat 27 Mayıs'tan 15 Temmuz'a kadar gelen süreçte defalarca yaşadığımız ilkel darbelerden sadece birisi. Post-modern falan değil.
Üstelik 28 Şubat'la ilgili yapılan bu "post-modern darbe" tanımlaması bizzat 28 Şubatçıların kendileri tarafından daha sürecin en başında TV programlarında sahiplenilmiş bir tanımlama. Çünkü 28 Şubat'ı böyle bir dille hem hafifletiyorlar hem de sanki kendine özgü ayrı bir vakaymış gibi darbe olup olmadığını bile tartışmalı hale getiriyorlar hem de akılları sıra o cehaletlerine, sığlıklarına "entelektüel" bir ambalaj geçirmiş oluyorlar.
Peki, 28 Şubat'ın mağdurları başta olmak üzere muhafazakar camia neden 28 Şubatçıların bu kavramına sarılıp sanki doğruymuş gibi kullanıyor İşte esas soru bu. Daha kendi kavramlarıyla 28 Şubat'ı tanımlayamayan, 28 Şubatçıların belirlediği söyleme teslim olan dil, kaybetmişlere ait bir dildir. Çünkü mücadele önce kavramlarla, söylemle, dille yapılır. Kendi kavramını değil de karşıtın kavramına rıza gösterme hali de tipik bir vesayete teslim olma halidir.
"1000 yıl sürecek" denen 28 Şubat'ı yenilgiye uğratan milliyetçi, muhafazakar, demokrat kesimlerin bu kavramı tekrarlamaları en hafif tabiriyle yakışıksızdır.
28 Şubat sadece bir grup mandacı ve işbirlikçi darbeci generalin işi değildi. Bir ekonomi-politiği ve sosyolojisi vardı. Türkiye'nin devlet imkanlarıyla yaratıp büyüttüğü ama süreç içerisinde Batı büyük sermayesinin uzantısı konumuna gelmiş büyük sermayesi de kültürel hegemonyasının sahibi olan aydın, yazar, gazeteci, sanatçı, "yüksek eğitimli" güruhu da Batıcı resmî ideolojinin tüm siyasal ayakları da 28 Şubat'ın ekonomi-politiğini ve sosyolojik tabanını oluşturuyordu.