Son birkaç günde medyaya yansıyan bazı haberleri hatırlayalım:
- Elazığ'da bir kişi, kıskançlık nedeniyle tartıştığı kız arkadaşını ensesinden vurarak ağır yaraladıktan sonra kendi canına kıydı.
- Ankara'da eşini tabancayla öldüren polis memuru aynı tabancayla intihar etti.
- Antalya Serik'te tartıştığı eşini av tüfeğiyle vurarak öldüren adam sonra kendi yaşamına da son verdi.
- Çorum Osmancık'ta psikolojik sorunları olduğu belirtilen bir kadın gece yarısı evinde çıkardığı yangında 14 yaşındaki oğluyla birlikte yaşamını yitirdi.
- İstanbul Esenler'de bir kadın, evlilik dışı olan 2 yaşındaki oğlunu biberonla tiner içirerek öldürdü.
- İstanbul Beyoğlu'nda iki arkadaşın kaldıkları evde banyoya öncelikle girme tartışması cinayetle noktalandı.
-İstanbul Beyoğlu'nda ev sahibi gürültü yapan kiracısını vurdu.
- Tekirdağ'da 15 yaşındaki iki çocuk evde ölü bulundu. Çocuklardan birinin diğerini öldürdükten sonra kendi canına kıydığı değerlendiriliyor.
- Mersin'de bir kişi boşanma davası açan eşini ve kayınbiraderini öldürdükten sonra polise teslim oldu.
- Bursa'da bir kadın halk otobüsünde tartıştığı kişi tarafından bıçaklandı. Saldırgan olayın ardından kaçtı.
- Tekirdağ'da iki kuzen, mezarlıkta park halindeki araçta silahla vurulmuş halde ölü bulundu. Olayın intihar mı cinayet mi olduğu araştırılıyor.
...
Hemen her gün benzer haberlerle sarsılıyoruz.
Türk Ceza Kanunu, bir insanı öldürmenin cezasının şayet hafifletici nedenler yoksa ağırlaştırılmış müebbet hapis olduğunu yazıyor.
Yani öldürme fiilini işleyene ceza sistemimizdeki en ağır ceza verilebiliyor.
Yaralama suçlarındaki cezalar da yaralamanın derecesine göre birkaç yıl hapisten 12 yıl hapse kadar uzanıyor.
Demek ki cezanın ağır olması cinayetleri de yaralama olaylarını da önlemeye yetmiyor.
Başka çözümler arayıp bulmak gerekiyor.
...
Psikiyatri Uzmanı Gülseren Budayıcıoğlu bir makalesinde cinayetlerin ruh hastalıklarıyla bağlantısı konusunda şöyle demişti:
"Medyadan cinayetlerle ilgili haberleri okurken ya da izlerken o birkaç dakika içinde bile, katilin hasta biri olup olmadığını hissedebiliyorum. Bunu sadece ben değil, birçok meslektaşım da kolayca anlayabiliyor.
Biz bu hastalıklara, pek çok değişik formu varsa da genel olarak paranoid bozukluk diyoruz.
Eminim çevrenizde çok hafiften başlayıp dozu giderek artan bu tür hastalıklı insanlar vardır. Çünkü bu hastalık bizim ülkemizde oldukça yaygındır. Bazen hafif bir kişilik bozukluğu seviyesinde devam eder, bazense tehlikeli bir hastalık hâline dönüşür.
Söz konusu kişilerin en önemli özelliği çok alıngan ve şüpheci olmalarıdır."
...
Gülseren Budayıcıoğlu'nun tespitlerinden hareketle şu önerilerde bulunulabilir:
-15-30 yaş grubundan başlamak üzere toplumdaki tüm bireyler zorunlu akıl sağlığı taramasından geçirilmelidir.
-Akıl sağlığının normal olduğuna ilişkin raporu olmayanların evlenmelerine izin verilmemelidir.

85