Kitap Molası 56; Eşikler ve Güller Nârına ile Biz Hep Çiçek Açarken
Hayat kitaplarla alımlı ve güzel yüzlere, izlere dikkatle bakıldığı zaman iyi kitaplar kadar anlamlı.
Eserlerine Muhit Dergisinden vâkıf olduğum Sevgili Meral Afacan Bayrak 2025'te okuruyla buluşan birbirinden değerli iki el emeği, göz nuru kitabını göndermiş önceki haftalarda bana. Kütüphaneme kaldırmadan aldım, başucumda ağırladım.
İlk olarak Biz Hep Çiçek Açarken adlı eserini okudum Meral Hanım'ın; Mayıs ayında, Klaros yayınlarından çıkmış. Kitap, 51 sayfa olup on bir hikâyeden oluşuyor ve okumaya başladığımız ilk öyküden itibaren yazarda kimselere benzemeyen özgün bir üslûp göze çarpıyor... "Alışma Talimleri" adını taşıyan ilk öykü bir düşünce temrini. AVM önünde kaybettiği telefonu almak üzere mağazanın açılmasını bekleyen, zamanı algıyla harmanlayan ve geçmişe giderek tabiatı teknolojinin önüne çeken bir anlam yürüyüşü var burada. Özellikle devrik cümleleriyle Cahit Zarifoğlu'nun şiirde yaptığına benzer kesik bir koşu ortaya çıkıyor metinlerde ve bu tutumun Afacan'ın karakteristiğini oluşturduğu ilerleyen sayfalarda daha iyi anlaşılıyor. Hâkim bakış açısıyla ele alınan öykülerde de izlenimler yer yer kuşkuyu merkez alan yarım bir nefes gibi aktarılıyor, iç monolog tekniği ile... Bu anlamda Meral Hanım'ın şiire yakın bir kalemi olduğunu belirtmek gerekiyor ya da öykülerinin mensur şiire yakın durduğunu
İkinci öykü "Saadet Ocağı" ise geçmiş-şimdi arasında volta atan bir sancı, aile sevgisinden ırak bir gencin yanlışta saplanıp kalmayışı, yükselişi ve geldiği noktada geçmişini sorgulaması üzerine kurulu Bu öykünün de alıp kalbime nakşettiğim şiirsel cümleleri var (s.14); "Bir hayalimiz olsun dedi, annesi, "Haydi varsayalım; eski zaman işi dedikleri, rengârenk çiçeklerle nakışlı, bizzat maharetli ellerden çıkma, beyaz patiskadan, kıyısı türlü biçim dantelalarla tutturulmuş, hayli süslü yastıklar var. Tertemiz, sakız gibi nevresimlerle, lavanta kokuları içinde atlas yorganlar arasındayız. Gailesiz yummuşuz gibi- gözlerimizi, derince olmayan, dizi bulmayan, berrak ırmaklarda gezinir gibi. Hafif bir bahar esintisini de hissederek uykulara dalıyoruz." Gerçekten demiş miydi ona"
İçimizli, içimizden bu öyküler. "Zamana Karışanlar", "Azize'nin Baharla İmtihanı", "Bir Patikada" ve kitaba adını veren "Biz Hep Çiçek Açarken" i okurken yakalıyoruz içimize, hemen her günümüze dokunan sıcaklığı. Deneme-mensur şiir tadındaki bu öyküleri yudumlarken kalbimizin bir bilenine danışıyoruz, daha dün oradan geçmiş... "Muhabbeti Mayalar Gibi" adlı öyküde doğal ürünlerini sokakların takdirine çıkaran bir yüreğin burkulmasına, tartışma içine çekilmesine şahitlik ediyoruz.
Candan, yürekten çekilen bir besmele kadar güzel bir anahtar görmedim hayatımda
(Eşikler ve Güller Nârına, s. 72)
Eşikler ve Güller Nârına, elime aldığım ikinci kitabı Meral Hanım'ın. Öyküler bir önceki kitaba göre daha uzun ama şiirli betimlemeler aynı süratte devam ediyor. Kitabın ilk öyküsü "Sessizken Güneş Çıkardı" bir olay akışı içinde başladığı intibaını oluşturduğu için bende, değişikliğe hazırlamıştım kendimi fakat yazma tutumu noktasında pek az fark var iki kitap arasında. Esere ismini veren öykü ikinci sırada yer bulmuş kendine...
"Rüzgâr ve Kemikaze" Banu ve Selim nezaretinde hayata dokunuyor. Gözlemci bakış açısı öyküde daha yüksek bir tondan giriyor devreye, bir liralık kalp kırıklıklarının perdesini açıyor. Yanından geçtiğimiz, geçerken dikkat bile etmediğimiz kimi detaylar içselleştiriliyor satırlarda. "Adada Sakin Bir Gün" ise betimlemelerle örülü deniz yollarını ana karakterin Nazan'a gidişiyle süslüyor. Sık yaşanan ayrılıkların son kavuşmaya niyetli öyküsü bu. Güzel mesajlar saklıyor. "Nokta Gibi" bir vedanın ardındaki düşünceleri irdeliyor, ölümü es geçen herkesin, hepimizin genzine takılıyor satırları yazarın. "Cennet Hurması" çekiştirme ihtiva etse de okumaktan haz duyulan bir komşu muhabbeti zira artık komşuluklar olmadığı için kulaklarını çınlattığımız apartman kavgaları da yok. "Fesleğenler" Peyami Amca ve Damla arasındaki bağı fesleğen üzerinden anlamlandırırken "İncir Kurusu ve Çay" da bir iş çıkışının yorgunluğu dost sesi nezaretindeki detaylarla güzelleştiriliyor. "Alabalık Efsanesi" yıkılan bir binanın üzerine yapılan yorumlardan kişileri ve bilinçaltlarını analize davet ediyor, "Yara İzindeki İşaret" teşhisle gelen içsel bir iyileşme serüvenine yöneliyor.