Kitap Molası 59; Düşüş

Yükü paylaşmak yükün anlamını da paylaşmaktır (Düşüş, s. 121)

Louise Bourgeois modern sanatın anlamını yeni yollar bulmak zorunda olmamızla açıklar ve bu kesintisiz arayış sürecinin bir sonu olmayacağı için şanslı sayıldığının altını çizer. Galiba öykünün, günümüz edebiyatının en popüler türlerinin başında gelmesi sürekli yeni buluş ve oluşumlara kapı aralamasından kaynaklanıyor. Belki de pek çok öykünün birbirinin uzağına düşen bir içerik taşıdığını fark edebildiğim için son dönem okumalarımı ağırlıklı olarak öyküler şekillendiriyor, sıkıp yormuyor beni.

Şakir Kapcı Alvis'ten çıkan son öykü kitabı Düşüş'ü özenli bir notla göndermiş haneme, teşekkür ederim. Siyah bir arka fon üzerinde turuncu çizgilerin oluşturduğu düşünen adam silüetiyle karşılaşıyoruz eseri elimize aldığımızda. Kapak bilinçli bir tercihle mi yapılmış bilmemekle birlikte, düşmek ile düşünce arasındaki irtibatı vurgulaması açısından kıymetli. Yazarın eşine ithaf ettiği Düşüş 144 sayfa hacminde ve on yedi öyküye ev sahipliği yapıyor.

Kitabın ilk öyküsü "Ötekilerin Hikâyesi/Amerikalı" henüz içine girdiğimiz andan itibaren üç kitap çıkaran Kapcı'nın ilk öykü kitabından bu yana kat ettiği mesafeyi gösteriyor. Geçmişin gölgeleri olarak tasvir edilen anıların çam ağaçları altında insanın yüreğine sokulan sıcak dostlara teşbih edilmesi (s. 13), yaşam ve ölümün insan üzerinde, onu yakalayan ve terk eden bir tezatla somutlaştırılması (s. 14), yalnızlığın insanlar arasındaki benzerliğin tanımlayıcısı ve tamamlayıcısı kılınması (s. 17) öyküyü güzelleştiren unsurlar. Yüreğe aşina bir dost gibi gülümseyen cümleler sağlam: "Memleket dediğimiz, insana kimlik veren, doğduğu ve dokunarak büyüdüğü topraklardı. Kerpiç duvarlı ahşap evler, çocukken ellerini öptüğü dayılar, amcalar, omzuna dokunan teyzeler, hafızanın tortusunda saklanmış anılardı. Şehir ise, bütün bunları silmeye, insanı kendi çarkında eritmeye niyetli bir dev gibi karşımda duruyordu. Fabrika bacalarından sızan gri duman göğe yükselirken, arkasında kimliksizleşmiş yüzler bırakıyordu (s. 12)." Öykü mekânının şehirden yazarın doğduğu Doğanhisar beldesine kaydırılması metnin otobiyografik özellikler taşıdığını düşündürüyor. "Ötekiler" in merkezine konulan Amerikalı'nın saf ve hisli bir Anadolu çocuğu olması ya da Amerikalı'nın ardından yaşamını insanların beklentilerine göre yönlendirmiş saf bir Anadolu çocuğu çıkması ise öyküyü, akışı alışılagelmiş Anadolu temalarından ayırıyor.

Kitaba adını veren "Düşüş" onun ikinci öyküsü olup bir asansör arızasıyla gelen öz eleştiriye, iç muhasebeye kapı aralıyor. Öykünün ana karakteri Abdullah'ın kendi üzerinde gerçekleştirdiği bu denetim, onu bir farkındalık, bir uyanışla baş başa bırakıyor. Yazar, "imtihan" ve "imkân" arasında gönül dünyasına ayna tuttuğu Abdullah'ın irkilişini gecikmiş bir nedamete asıyor. Esasında Düşüş'ün öyküleri kendi aralarında sessiz bir tema ortaklığı yapmış gibidir. Zira her biri içe dönüş felsefesinden beslenir. Keza makamından, unvanından, rollerinden, çevresindeki samimiyetsiz kalabalıktan sıyrılırken muhakeme yapan bir diğer öykü de "Düşüş"ün ardından gelen "Geriye Kalan" adlı öyküdür. Sevdasını genç yaşında yitiren bir adamın yalnız yolculuğunun anlatıldığı "On Bir Eylül", okuru Abdullah Amca'nın nezdinde bir babanın içine yönelmiş kırgınlığıyla buluşturan "Gölgesiz Çınar", "zamanı çoktan aşmış bir insanın yorgunluğunu taşıyan" olarak resmedilen ve eşiyle evladını bir kazada kaybeden eski bir mobilya ustasının serüveni "Bir Ben Var Bende Benden İçeri", eşiyle içine girdiği soğuk ve anlamsız savaşı zamanın üzerinde seyredebilen "Vazgeçmek" hep bu muhasebe ikliminin parçaları…

Şakir Bey hikâyelerini farkındalık ve duyarlılık merkezinde işlerken Gazze'yi ve Suriyeliler üzerinden mülteci meselesini ele almayı ihmal etmez. "Ölümün Sessiz Gölgesi" adlı ilk metin acının, umutsuzluğun, yıkımın lisanını çocuk Yusuf üzerinden konuştururken "dünyası kalmayanın verecek cevabı da olmadığı" yönünde bir mesaj taşır. İkinci Gazze öyküsü "Gazze'nin Çocukları" nda Yusuf yerini annesinin ölümüne tanıklık eden İsmail'e bırakır. Her iki öyküde Gazze'de yaşanan dramı okura hissettirebilen bir gerçekliğe sahiptir. "Kaçış" ise Suriyeli bir ailenin Türkiye sınırına ulaşmaya çalışırken yaşadığı duygu durumunu ele alır. Özellikle İslâm coğrafyasının sorunlarını ihtiva eden bu öykülerde yüksek bir empati yetisi konuşturulmaktadır.