Önceki gün Kudüs'te,katil İsrailordusu tanklarla Gazze'yi işgal edip masumları boğazlarken, aynı saatlerdekatil Netanyahu"Siloam Yazıtı"üzerinden açıklama yaptı. MÖ8. yüzyıldan kalan bu taş, Hezekiya döneminde kazılmış bir tünelin duvarına işlenmiş birkaç satırdan ibaret olabilir; ancakİsrail için bu taş, Kudüs'ün tarihî sahipliğini iddia eden bir sembol, hafıza üzerinden yürütülen diplomatik bir araç ve Gazze'deki şiddeti meşrulaştıran hain propaganda aracıdır.Bu açıklama, yalnızca arkeolojik bir tartışma değil; tarih, hafıza ve kimlik üzerinden yürütülen uzun vadeli sapkın bir stratejinin parçasıdır...
Gözlerimizi birkaç yüzyıl geriye çevirdiğimizde, Osmanlı'nın Kudüs, Mekke ve Medine'de yaklaşık dört asır boyunca İslam âleminin huzur ve adaletini temsil ettiğini görüyoruz. Yavuz Sultan Selim Han ve ardılları, "Hadimü'l Haremeyn-i Şerifeyn"(İki Kutsal Harem'in Hizmetkârı)ünvanıyla Mekke ve Medine'yi sadece şehirler değil, ümmetin ruhunun sükûnet bulduğu kutsal mekânlar olarak korumayı, bir devlet sorumluluğu bilmişlerdi.Kudüs-i Şerif'in muhafazası ve idaresisırasında Kudüs'ün taşlarını, medreselerini ve camilerini tahrif etmediler; aksine restore ederek manevi ve sosyal dokuyu canlı tutmuş, tebaasının güvenini vakıf sistemiyle teminat altına almışlardı.Osmanlı, sadece bir imparatorluk değil; adalet, vicdan ve ilahi sorumluluğun yaşayan bir tecessümüydü.O dönemde Gazze, sadece bir sancak merkezi değil, İslam âleminin güney sınırlarını koruyan stratejik bir şehir olarak öne çıkıyordu.1516'da Yavuz Sultan Selim'in Memlükleri mağlup etmesiyle Osmanlı topraklarına katılan Gazze, Şam Eyaleti'ne bağlı bir sancak olarak idari ve askerîdüzenin parçasıydı.Bu durum, günümüzdekiSuriye meselesinin öneminianlamamız için kritik bir hatırlatmadır:Osmanlı, Gazze ve çevresini güvence altına alırken hem sınırlarını hem de tebaasının güvenliğini bir bütün olarak görüyordu.Tebaalar yalnızca vergilerini ödeyen kişiler değil, devletin koruması altında hakları güvence altına alınmış bir topluluktu. Bu düzen, güven ve sulhun hüküm sürdüğü bir sistemdi; insanlar korkmadan ibadetlerini yapabiliyor, toplumsal ve ekonomik hayatlarını sürdürebiliyordu. Bugün bize gurur ve tarihsel özümüzü hatırlatan bu düzen, aynı zamanda doğru yönetimin örnek bir modeli olarak hafızamızda yer ediyor.Bugün Gazze'ye baktığımızda ise öfke ve çaresizlikle doluyoruz.Tanklar, bombardımanlar ve kuşatma; tebaasının güvenliği olmayan bir dünya…Katil İsrail'in işgali, uluslararası toplumun sessizliği ve ikiyüzlülüğü, geçmişin vicdanıyla günümüzün trajedisini çarpıcı bir şekilde karşı karşıya getiriyor.Siloam Yazıtıbir taş değil; geçmişin sessiz çığlığı, hafızanın ve adaletin simgesidir. İsrail'in bu yazıt üzerinden yürüttüğü propaganda, hafızayı çarpıtmak, geçmişi tahrif etmek ve Gazze'deki trajediyi meşrulaştırmak amacı taşımaktadır.