Hayat, çoğu zaman bilinmezlik gibi görünse de; ne bir denklem!
ne de sadece aklın keskin bıçağıyla bölünen bir muammadır ...
Hayat, bazen sadece hissetmektir
gökyüzünün sessizliğini,
toprağın sabrını,
suya düşen ışığın ürkek titreyişini...
Yaşamak, gözle görünmeyen tellerde
bir melodiyi duymak,
adını bilmediğin bir kuşun
kalbine fısıldadığı özgürlüğü sımsıcak hissetmek
Yaşamak fark etmektir...
İnsan, çoğu zaman hayatı çözülmesi gereken bir problem gibi görür. Sanki her şeyin ardında gizlenmiş tek bir doğru cevap vardır da biz onu bulduğumuzda huzura ereceğiz…
Oysa hayat, çoğu zaman böyle işlemez. Çözmekle uğraştıkça kaybolur, hissetmekle buluruz kendimizi.
Hayatın bize verdiği en büyük armağan, anın içinden sessizce geçerken sevgiyle onu fark etmektir.
Bazen rüzgârın esişinde, bazen bir çocuğun gözlerindeki masumiyette, bazen de kendi yorgun kalbimizin hâlâ çarpıyor oluşunda gizlidir bu. Zamanı anlamak en çok bu duyguyla kolaylaşır.
An'lar içindedir zam'an. Ve onu kalbiyle yaşayanlar anlar. Duyguları bertaraf etmeden yaşayanlar kutlu yolculuğa talip olurlar...
Bütüne ulaşmak puzzle parçalarını bulmakla başlar. An o parçaların her biridir.
An, kendi toprağında köklenir. Biz ona tutunduğumuzda, geleceğin kaygıları da geçmişin pişmanlıkları da anlamını yitirir.
Hayatı çözmek, aklın işidir, ama yaşamak, kalbin işidir. Çözmek bizi yorar, yaşamak bizi büyütür. Çünkü insan, her şeyi bilmeye çalıştığında yorulur, ama anı hissettiğinde güçlenir.
Hayat, anların kıymetiyle sorulara cevap verir. Sırrın içindeki sebepleri peyderpey gösterir. Teslimiyet ruhuyla yaşayıp, incelik katanlar ve bu sırrı hissedebilenler, sürekli çözmeye ihtiyaç duymadan kendi yollarını bulurlar.