Surda bir gedik açtık!

"Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik..."Zaman bendedir ve mekân bana emanettir!" şuurunda bir gençlik...Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı bir gençlik...Halka değil Hakka inanan, meclisinin duvarında "hakimiyet Hakkındır" düsturuna hasret çeken, gerçek adaleti bu inanışta ve halis hürriyeti hakka kölelikte bulan bir gençlik."Kim var!" diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert "ben varım!" cevabını verici, her ferdi "benim olmadığım yerde kimse yoktur!" duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik...Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nispette strateji ve taktik sahibi bir gençlik...Tek cümleyle, Allah'ın, kâinatı yüzü suyu hürmetine yarattığı sevgilisinin âlemleri manto gibi bürüyen eteğine tutunacak, O'ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak, barınak tanımayacak ve o'nun düşmanlarını ancak kubur farelerine denk muameleye lâyık görecek bir gençlik... Gençliğe hitabesinde böyle diyor üstad Necip Fazıl KısakürekO'nun yetiştirmeye çalıştığı gençlik, Mehmet Akif Ersoy'un Asım'ın Nesli dediği gençliktir aslında. Bu milletin can damarı olan İslam dininin tüm maneviyat boyutuyla yaşanabildiği bir ortamın, bir sosyolojik zeminin hazırlanmasıdır aslında. Üstad, hayatı boyunca böyle bir iklimin yaşanabileceği dünyayı gökkuşağının tüm renkleriyle kuşatabilmek için mücadele etti. Zindanlara düştü Allah (c.c.) kelamının bile yasaklandığı, ezanların susturulduğu, insanların ağzına kilit vurulduğu, Hocaefendilerin sürgünden sürgüne gönderildiği dönemde, o kaleminin tüm keskinliğiyle ve kılıçtan keskin cümleleriyle, dinini, diyanetini, Hakk'ı bilen, Hakk'ı üstün tutma idealiyle yaşayan bir gençlik yetiştirmeye çalıştı.

Biz O'nun yetiştirmeye çalıştığı gençliğin küçük bir nüvesiyiz. Lise çağlarımızda O'nun kitaplarını, şiirlerini hıfzetmek için birbirimizle yarışırdık. O'nun ideallerini, ülkemizdeki müstebit iklimin yok olup, maneviyat ikliminin hakim kılınması için yaptığı çabaları, çektiği zulümleri, gördüğü işkenceleri izleyerek, ulaşmaya çalıştığı dava erdemini yüreğimizden "ah" çekerek takip etmeye çalışırdık. O kuşaklar arası geçiş yapabilen, her devrin gençliğine bir ideal aşılayabilen farklı bir kalemdi. Biz onu görmediğimiz halde, O'nun sevdasıyla sevdalanabilen, O'nun aşkıyla yanabilen, O'nun ateşiyle kavrulabilen farklı bir neslin temsilcisi olarak yetiştik. Hala O'nun eserlerini taptaze, dipdiri özellikleriyle, hayatı ve maneviyatımızı kuşatan yönleriyle takip ediyoruz, okuyoruz ve feyz alıyoruz.

O bir dava adamıydı Davasının takipçisi, davasına yüreğini koyan, hayatını koyan bir isimdi. O'nun yetiştirmeye çalıştığı nesil, Milli Görüş'ün kutlu erleri olarak bugün yollarına devam ediyorlar. Üstad Necip Fazıl Kısakürek, Sakarya şiirinde: "Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!" diyor. Bu dava büyük. Bu dava sadece Türkiye'yi değil, dünyayı saadete kavuşturmanın ülküsü. Bu dava, Türkiye'nin İslam ülkelerinin lideri olmasının, İslam ülkeleri Birleşmiş Milletlerinin kurulmasının ideali. Cennetmekan Erbakan hocamız, kendisine siyaset sahnesinde hiçbir şans verilmemesine rağmen, tek başına yola çıktı.