Bir ülkenin gelişmişlik göstergesi, kişi başına düşen milli gelir olarak lanse edilse de, aslında bu hesaplamanın mantığındaki esas derinlikte gizli olan "Gelir Adaleti"nden başka bir şey değildir. "Kişi başına düşen milli geliri artırdık… 5 bin dolardan 15 bin dolara çıkardık…" Bu söylem, global nitelikte yüce devletlülerimizin övünebilecekleri bir rakamsal grafiğini yansıtabilir. Ama, esas olan şey, milli gelirden her insanın aynı payı alıp almadığının sorgulanmasıdır. Türkiye'nin en zengin ailelerinden biri "Tabi ki bu gidişat da berberinde sosyal sorunlar ve ciddi gerginlik getiriyor. Bunun her geçen gün arttığına şahit oluyoruz. Ben şahsen çocuklarımızın geleceğinden, bu gidişata baktığımız zaman, endişe duymamak mümkün değil diye düşünüyorum" gibi bir konuşma yapmıştı. Bu zengin övünüp şişinilen milli gelirden ailesiyle birlikte yüzlerce kat daha fazla pay alan birisi… "Ben çocuklarım için endişe duyuyorum" derken, aslında çok önemli bir toplumsal ve sosyal adaletsizliğe işaret etmeye çalışıyor ve demek istiyor ki "Ben zengin olabilirim. Ama, toplumun taa derinlerinde, aç, açık, susuz, bir tas çorba bile bulamayan ya da asgari ücret sınırında yaşamaya çalışan milyonlarca insan var. Gelir adaletsizliği giderek derinleştikçe, benim zengin olarak yaşamamanın da hiçbir manası yok.
Çünkü, bir sosyal patlama, benim de refahımı, huzurumu kaçırmaya yeter de artar bile" Duble yol yapabilirsiniz… Kaldırım yapabilirsiniz…Köprü veya havalimanı da yapabilirsiniz… Bunlar elbette gereklidir, yapılmalıdır. Ama, bu zenginin işaret ettiği sosyal dramı, trajediyi, toplumsal ve sosyal adaletsizliği ortadan kaldırmak için insanlara "iş ve aş" üretecek çalışmalar yapmalısınız. Kamuya, 5 bin memur almak, ihtiyaç doğduğunda 30 bin öğretmen atamak, karayollarındaki taşeronları kadroya geçirmek çözüm değildir. Türkiye'nin her yerini üretimden gelen gücünü kullanacak insanların işlerinden, ekmeklerinden endişe duymadan çalışabilecekleri fabrikalar, iş sahaları, limanlar, orta ve ağır sanayi niteliğindeki iş imkanlarıyla donatmalısınız. Cennetmekan Erbakan Hocamız iktidar ortağı olduğu dönemlerde bile Türk insanının sofrasına bir ekmek daha fazla koyabilmesi için Türkiye'nin her yerinde Ağır Sanayi hamlesi başlatmıştı. Bugün iktidarda bulunan AK Parti hükümeti ise verimli, karlı stratejik kurumları peşkeş boyutunda satmak dışında bir şey yapıyor mu
Türkiye ekonomisi yıllardır patinaj yapıyor…. TÜİK'in şaibeli rakamlarında Türkiye'nin yüzde 4.8 oranında büyüdüğü açıklandı Büyük ihtimalle benim gibi siz de bu rakamın gerçek olduğuna inanmamışsınızdır! Türkiye, katma değerli ürünleri üretemiyor. Türkiye'nin ihracatı ithalatını karşılamıyor. Her ay ihracatımızın rekorlar kırdığı ifade ediliyor ama ihracattan çok daha fazla ithalat yaptığımız gerçeği hep ikinci planda tutuluyor. Türkiye'nin en büyük markalarının bile Çin'de üretim yapıp, iç pazara sürdükleri "Marka çöplüklerine" ne diyeceksiniz Teknolojik nitelikte ne üretiyoruz Katma değeri yüksek hangi ürünleri üretebiliyoruz Yüce devletlülerimizin bile ellerinde taşıdıkları cep telefonlarının, kullandıkları laptoplarının, bilgisayarlarının markası nedirLütfen birbirimizi kandırmayalım… 300 milyar dolar ihracat hedefi diye kamuoyunun avutulduğu rakamlara ulaşabilmemiz için bizim teknolojik ve katma değerli ürünler ortaya koyma bağlamında kırk fırın ekmek yememiz gerekiyor. Marka ürünler, katma değerli ürünler ihracat yapma konusunda patinaj yapıyoruz, çünkü, sınıra geldik… Deniz bitti, kara göründü… Sürekli tüketiyoruz… Üstelik krediyle tüketiyoruz… Kredi kartıyla, ihtiyaç kredileriyle, Mortgage'lerle tüketiyoruz. Kredi çektikçe, borçlandıkça, geleceğimizi ipotek altına aldıkça, büyümeye yansıyan bu rakamlar, birilerini iktidar sarhoşu yapıyor. Mesele, kredi kartlarının ve kredilerin borç faizlerini silmek değil, krediye ve faiz belasına bulaştırmadan, insanlara tüketim kültürünü aşılayabilecek bir medeniyet tasavvurunu sunabilmek. Borcu silinen, iki gün sonra yeniden borç yapmayacak mı Kabul edelim ki, Türkiye üreten değil tüketen bir ülke… Rakamsal parametreleri cilalayarak, nutuk ve belagat ekonomisiyle perdenin arkasında dönen dolapları da yandaş medya bizlere cilalayarak yutturmaya çalışıyor. İşte hazin gerçekliğimiz!