Gazetecilik, ruhunda muhalefet olan bir meslektir. Hiç kimsenin göremediğini göreceksiniz, hiç kimsenin duyamadığını duyacaksınız, gördüklerinizden, duyduklarınızdan, edindiğiniz bilgilerden insanların hayrına olacak doneler, argümanlar ortaya koyacaksınız. İnsanlar, okudukları veya izledikleri şeye bakarak, "Bu memleketin böyle sorunları varmış. Bu sorunların çözümü için yetkililerin devreye girmesi gerek" diyecekler.
Ve, gazetecinin ortaya koyduğu argümanlar, belli bir konu üzerinde insanların kamuoyu oluşturmasına neden olacak. Gazetecilik, sisteme muhalif olmaktır.
İnsanlar için hiçbir şey ifade etmeyen, bürokratik, oligarşik ve sahte demokrasi kırıntılarına karşı çıkmaktır. Tam anlamıyla demokrasiyi özümseyecek, benimseyecek, insanların bünyelerine hakim kılınmasını sağlayacak bir çalışmayı yapabilmektir, tam anlamıyla enformasyon amaçlı gazetecilik.
Medyanın işleviyle ilgili sürekli bir şeyler yazıyoruz…. Medya, bilgi verir, haber verir, insanları bilgilendirir, yönünü, ufkunu, zihnini açar. Ama, bugün hem yazılı hem görsel medyamızın temel işlevi, insanları eğlendirmek, hoşça ve boşa vakit geçirmesini sağlamaktır.
Medyanın suça teşvik ettiğini tüm detaylarıyla söyleyebilmemiz mümkün değil…
Ama, medya, özel olarak televizyonlar, bugün ahlaksızlığın, arsızlığın, gayri meşru ilişkilerin milyonların gözünün içine bakarak yaşandığı bir "ahlaksızlık kutusu" haline getirilmiştir. Yemek programları, kadın kuşakları bir zamanlar bizim için değerli ve kutsal olan tüm kavramları yerle bir eden formatta kurgulanarak, gözümüzün içine sokulmaktadır. Merkez medyada sabah ve öğleden sonra yayınlanan kadın kuşaklarında aile içi ilişkilerin faş edildiği, özel hayatın gizliliğini ihlal eden konuların sakız gibi uzatılarak işlendiği, türlü ahlaksızlıkların ve edepsizliklerin milyonların gözünün içine sokulduğu ve medyaya çeki düzen vermek için kurulan RTÜK'un bu ahlaksızlıklar karşısında kılını bile kıpırdatmadığı bir ülkede yaşamak inanın bizleri yordu, bıktırdı, usandırdı.
Merkez medyanın daha çok reyting mücadelesi için kendisini mübah gördüğü bu anlayış, maalesef bir zehirli ahtapot gibi tüm ekranları kuşatmış durumda.
Diğer yandan yemek programlarında ise Türklerin misafirperverliği, misafirlerin de önlerine konulan her şeye "Allah artırsın, Allah bereketini versin" diyerek teşekkür ettiği geleneksel sofra adabımız yok edilmiştir. Yemek programları, evine bir kuru ekmeği bile zor götüren vatandaşlarımızın önüne asla koyamayacakları nimetlerin puanlandığı, "olmamış, tuzu az, kıyması az" diyerek yemeği yapan kişinin yerden yere vurulduğu reyting sofralarına dönüşmüştür.
Gayri meşru ilişkilerin içselleştirildiği, kötülüklerin sıradanlaştırıldığı, ahlaksızlıkların vaka-i adiyedenmiş gibi sunulduğu diziler ise, kelimenin tam anlamıyla fecaattir. Bu dizileri ekranlara getirenler, "İnsanların kötü ile iyi algılamaları vardır. Eğer istemezlerse bunları seyretmesinler, başka bir kanala zap yapsınlar" gibi akıl dışı bir tavsiyeleri vardır.