Bu ülkede yaşamak

Ne diyordu Üstad Necip Fazıl Kısakürek, "Allah'ın on pulunu bekleyedursun on kul/Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul/Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa/Yaşasın kefenimin kefili karaborsa"

Hükümet yetkilileri ağızlarını açtıklarında dünyada var olan bir küresel krizden bahsederek, ülkemizdeki berbat ekonomik tabloyu bizlere yedirmeye çalışırlar. Asgari ücretin 22 bin 104, açlık sınırının 28 bin, yoksulluk sınırının 80 bin lira olduğu bu ülkede vatandaşların nasıl geçinebildikleri, evine nasıl bir kuru ekmek götürebildikleri matematikle izah edilebilir bir durum değildir.

Asgari ücret açıklanır, isyan ederiz. İşsizlik rakamları açıklanır, yüreklerimiz burkulur. Asgari yaşam standartları açıklanır hüzünleniriz. Hani dünya ülkeleri asgari ücret zirvesi yapılıyormuş. Amerikalı bakan kürsüye çıkmış, "Biz, asgari ücret olarak işçilerimize 2000 dolar veririz, 1000 dolarını harcarlar, 1000 dolarını ne yaparlar bilmeyiz" demiş. Alman Bakan gelmiş kürsüye, "Biz işçilerimize 2000 evro asgari ücret veririz, 1000 avsorunu harcarlar, 250'sini ne yaparlar bilmeyiz" diye konuşmuş. En son bizim Bakanımız gelmiş kürsüye, "Valla biz işçilerimize 22 bin 104 lira asgari ücret veririz, onlar ise 30 bin lira harcarlar, gerisini nerden bulurlar bilmeyiz" demiş.

Hali pür melalimiz budur! Bu ülkede yaşamak hüner ister! Bu ülkede yaşamak yürek ister! Bu ülkede yaşamak maharet ister! Merhum Turgut Özal demişti ya bir zamanlar, "Benim memurum işini bilir". İnsanlarına asgari yaşam standardını sunamayıp, onları gayri meşru yollara yönelten garip bir sistemimiz vardır bizim.

Peki madalyonun öbür yüzü Bir yanda, geçinmek için boğuşan, evine bir tas çorba parasını bile götüremeyenlerin dünyası, bir yanda her akşam televizyonlar vasıtasıyla gözümüzün içine sokulan barlarda, pavyonlarda su gibi para harcayan, hesabını kitabını bilmeyenlerin dünyası. Bu ne yaman çelişkidir

İnsanların maraz meraklarını gıdıklayarak, magazini ahlaksızlık kisvesiyle gözümüzün içine sokanlar, su gibi para harcanan bu dünyayı ekranlar vasıtasıyla topluma sunarak, maalesef şöyle bir algı geliştirdiler: "Keşke bizler de böyle yaşayabilsek"

Hatta, haberlere yansıyan bir yolsuzluk, arsızlık, hortumlama durumu vuku bulduğunda insanlarımızın iç dünyası fakirliğin getirdiği umutsuzlukla birleşerek öyle bir hale getirildi ki, şu fikir içselleştirildi: "Bana da fırsat verilse, ben de yaparım. Ben de yerim, ben de hortumlarım, ben de çalarım"

Bir toplumu yıkan ekonomik sebepler değildir… Parayı bugün değil yarın da kazanabilirsiniz. Ama toplumun temel dinamikleri ortadan kalkarsa, bir daha asla yerine konulamaz değerler yok edilirse, artık çöküş süreci başlamıştır. İnsan çürürse, toplum da çürür ve kokmaya başlar…

Merhum Turgut Özal döneminde Türkiye'nin sosyo ekonomik durumunda, alt gelir ile üst gelir grubu arasında yer alan, en azından sofrasına bir şeyler koyabilen, geçinebilen "Orta Direk" diye bir sınıf vardı. 23 yıllık AK Parti hükümetinin savruk ekonomik politikaları maalesef zengini daha zengin, fakiri ise çok daha fakir hale getirdi. Geçtiğimiz dönemde ara sınıf olarak kabul edilen "Orta Direk" ise tamamen yok oldu. Türkiye'nin milli gelirinin yüzde 80-90'ını sadece bu savruk politikalarla zengin edilen kesimin ceplerine indirdiği zaman zaman istatistiklere yansıyor. Ekonomi kurmaylarının kişi başına düşen milli geliri 15 bin dolara ulaştırdıkları zırvalarına inanın kargalar bile güler.