Algı sarmalı!

Çağdaş dünyanın getirdiği konforizm özellikle büyükşehirlerde yaşayan insanların ruhundan bir şeyler eksiltti. Modernizmin getirdiği kolaylıklar, rahatlıklar belki konforumuzu yükseltti ama, insani değerlerimizi yok etti.

Bizi biz yapan, vicdani unsurlarımızı ortadan kaldırdı. İçimizde insani değerlerimize açılan pencereler birer birer yok olurken, küçük, sığ ve dar mekanlarımızda, birer mahpus olarak çağdaşlığın mahkumiyetini sürüyoruz.

Başına geçtiğimiz bilgisayarlar, ellerimizdeki cep telefonlarıyla gezindiğimiz sosyal medya alemi bizleri sanal dünyanın hapishane koridorlarına götürüyor, saatlerce bu koridorlarda gezinerek kendimize "iletişim özgürlüğü" sunduğumuzu, dünyadan haberdar olduğumuzu, koskoca kapıların bizlere açıldığını zannediyoruz.

Oysa, elimize aldığımız cep telefonları da, bilgisayarlar da, akşamları izlediğimiz televizyonlar da kapitalist ve materyalist bir felsefeyle kurgulanan, bizleri algılarımızda seçicilik yaparak alışveriş tutkumuzu körükleyen birer canavardan ibaret. İletişim çağında, iletişimin güzelliklerini yaşayamıyoruz. Bir zamanlar "Evvela selam eder ellerinizden/gözlerinizden öperim" diye başlayan mektupların hoşsohbet ve muhabbet ortamını bir türlü yaşamıyoruz. İş olsun diye açtığımız telefonlar, sadece ve sadece gündelik işlerimizi takip etmek formülasyonundan başka bir işe yaramıyor. Teknolojik donanımların bizleri sosyalleştirdiğini zannediyoruz, ama ruh dünyamızda yalnızlaştığımızın farkına bile varmıyoruz.

Medya ve sosyal ortamlar bizlere ne sunuyorsa, olduğu gibi kabul ediyor, hayatımızı, bedenimizi ve ruh dünyamızı bile bu argümanlara göre yönlendiriyoruz.

Dikkatinizi çekiyor mu bilmem… Her akşam televizyonların ana haber bültenlerinde sağlıkla ilgili yapılan haberlerinde bizlere farklı algı pencereleri sunuluyor. "İşte ömrü uzatan besinler, bu meyve her şeye deva, şöyle yaparsanız böyle olacak, böyle yaparsanız böyle olacak"…

Artık kapitalizmin ahtapot kolu olan medya, sofralarımıza bile müdahale etmeye başladı. Bunları izleyen vatandaşlar, "Biz de bu gıdayı tüketelim ya da tüketmeyelim" diye bir vicdan sınırlamasıyla baş başa kalıyorlar. İnsanların alım gücü, insanların kapasitesi, insanların yaşam tarzları bu haberleri yapanların umurunda bile değil. Onlar haber bültenlerini doldurmak, milletin zihinlerini bulandırarak yeni arayışlar içine sokmaya çalışıyorlar.

Bundan yıllar önce bir belgesel seyretmiştim… 100 yaşını aşmış dedelerimiz ve ninelerimiz, bu yaşa nasıl ulaştıklarıyla ilgili kendi kişisel deneyimlerini ve tecrübelerini anlatıyorlar, bir nevi hayat dersi veriyorlardı.

Asırlık yüzlerden bir dedeye mikrofon uzatıldığında, yaşam ve sofra alışkanlıklarıyla ilgili tüm teorileri altüst edecek şeyler söyledi. Dedemiz, "Ben önüme ne konulursa yerim, hiçbir yemek seçmem… Günde 3 defa veya 5 defa yerim, ama azar azar yerim" diyordu. Yani Resulullah (sav) Efendimiz'in bizlere yeme alışkanlıklarımızla ilgili buyurduğu hadisteki gibi: "Yediğin zaman az ye, sofradan doymadan kalk"… Dedemiz uzun yaşamasının sırrını ise "Yatsı namazından hemen sonra yatarım, gece teheccüd namazına kalkarım. Daha sonra sabah namazına kadar yeniden yatar, namaza kalkarım. Böylece sürekli dinç ve uyanık olurum" diye açıklıyordu.