Mecliste Arif ol kelamı dinle anlayamazsan kahkaha atarsın

YÜKSELİŞ DEVRİ, UÇUŞ DEVRİ DERKEN İŞTE GELDİK MAZERETLİ GÜNLERE

"Bir yeniçeri gece tenha bir sokakta parasını aldığı bir adama dayak atıyormuş. O adam, 'Beni soyuyorlar! İmdada gelecek bir Müslüman yok mu' diye bağırmış. Penceresini açan biri yavaşça, 'Var ama, gelemez!' diye cevap vermiş."

Zorbanın sıfatından anlaşıldığı gibi bu bir Osmanlı fıkrasıdır. Kadircan Kaflı, Burhan Felek gibi yazarların Milliyet, Tercüman gazetelerindeki köşelerinden hatırlıyorum. Abdülhak Şinasi Hisar'ın anlatımında rastlayınca, yaşadığımız günlere uygunluğu dikkatimi çekti.

Basit bir adli vak'a üzerinden toplumda oluşmaya başlayan "Bana necilik" duygusuyla mücadele için uydurulduğu belli bu fıkranın karikatürleri de çizilmişti. Birini de şimdi Halil Ezer çizdi.

Çağırılan Müslüman çoğu yerde çoğullaştırılıyor, "Ümmeti Muhammed yok mu" feryadına dönüştürülüyordu. Tıpkı Ortadoğu Müslümanlarının alemleri tutan çığlıkları gibi.

İslâm coğrafyasında katliamların yaşandığı bugün, yardım isteyenlerin "Müslüman yok mu" ya da "Din-i İslam yok mu" yahut "Ümmeti Muhammed yok mu" sorularına, pencereler dahi açılmadan mazeretler beyan ediliyor: "Gelemezler!"

Var oldukları ilan edilen fıkradaki Müslümanların gidememe, yardım edememe sebepleri o kadar çok olmalı ki, hiçbiri söylenmiyor; duyanların, okuyanların hayalleri girsin işin içine ve belki kim kime dost ise bilinsin, kalıcı kılınan o mazeret dolayısıyla ümitlerini hep yitirsin istendiğinden.

Karacaoğlan'ın ayran istediği dağlı kızının "Anam evde yok, vermem ayranı" demesindeki hayır, geçicidir. Dağlı kadın çadıra geldiğinde, Karacaoğlan'ın susuzluğu giderilecektir.

Lakin Ortadoğu'daki katliamları ve ülkelerin işgallerini penceresinden seyredenlerin gelemeyeceklerini ilanları, fıkranın zorbasına destek gibi algılanmasıdır daha acı olan.

Gitmiyorsun ve fakat bu beyanınla teşvik ediyorsun, zulmün artırılmasına gönülsüz de olsa katkı sağlıyorsun.

Gemilerle ya da petrol borularıyla demedim. Aman dikkat!

KAHKAHALILAR KAHKAHASIZLAR OLMAK İSTEMEZ

"Eski zaman adamlarının çoğunda müessir bir mehabet-i devlet duygusu vardı. Onun namına yapmadıkları fedakarlık yoktu." Cümleleriyle anlatımına başlanan bu ikinci fıkramız da Abdülhak Şinasi Hisar adıyla ünlü "Eski zaman" yazarından.

Sözlüklerde "Büyüklük, ululuk, yücelik" manasının yazıldığı "Mehâbet" kelimesinin devlet tanımıyla kullanılması tabiyetindekilerin saygısının hacmini anlatır.

"Çocukluğumda, ihtiyar bir akrabamın bir fıkrasını duymuştum. Gençliğinde tanımış olduğu bir vali, mektupçusu ile birlikte, birkaç günlük bir teftiş yolculuğundan sonra, evine dönünce, merdiven başında kimsenin bulunmadığını tetkik ettikten ve kapılarını da iyice kapattıktan sonra, kendi kendine kahkahalarla gülmeğe başlamış. Mektupçu şaşırmış. Vali, cevap olarak: 'Hatırlar mısın, hani biz bir çayırda arabayla geçerken, bir boğa çıkageldi, köylü korkudan nasıl badi badi konuşmaya başlamıştı' deyince, Mektupçu: 'Aman efendim, bu hâdise olalı yirmi gün geçti' demiş. Vali de şöyle cevap vermiş:

'Evet, kendimi zorla tutmuştum. Ya tutmamış olsaydım da, herkes benim kahkahalarla güldüğümü görselerdi, Vali Paşa gülmekten katılıyor! Diye düşünmezler miydi Ya, mehâbet-i devlet ne olacaktı'"

Vali Paşanın kahkahalarla güldüğü görülseydi, mehâbet-i devlet ne olurdu

Bir Osmanlı Valisinin hayatından nakledilen bu küçük anekdot, herkese bir çağrışım yaptırmıştır. Meclis'te atılan kahkaha veya Gazi Meclis'in kahkahayla inletilmesinden bahsediyoruz.

Yeni Yol grubundan milletvekili Elif Esen'in, emekli maaşlarının dününün ve bugününün kıyaslandığı konuşmasını yaparken, tutanaklara "AKP sıralarından uğultular, kahkahalar sesleri" notuyla yazılan hal üzerine, oturumu yöneten Başkanvekili Bekir Bozdağ'dan tepki geldi, izahıyla haber sitelerinden duyurulan olaydır bahis konumuz.

"Sayın milletvekilleri, istirham ediyorum, bakın, burası kahkaha atılacak yer değildir, burası kahvehane de değil, özel sohbet yeri de değil. Kahkaha atan milletvekilimizi dışarıya davet ediyorum."

Tutanaktan aynen aktarılan Bekir Bozdağ'ın başkan olarak yaptığı bu ikazda, bir milletvekilinden bahsediliyor ve o dışarıya davet ediliyor.

Olayı bir muhalif TV'nin haber saatinde anlatan spikerin mutluluğu ise şaşırtıcıydı. Hiç beklemezdik ama diye başladığı cümlesini spiker, Sayın Bekir Bozdağ o kahkaha atan milletvekiline karşı çıktı ve onu Meclis'i terk etmeye davet etti; onu alkışlıyoruz, gibi bir övgü ile bitirdi.

Hatta bazı sitelerde "Kahkaha atan AKP'li vekile Bekir Bozdağ bile dayanamadı" başlığı altında duyurulması haberin, 15 Temmuz yıldönümü dolayısıyla tekrar paylaşıma sokulan FETÖ övücü konuşmalarının etkisinden olsa gerek.

Bir soru var bizim aklımızda.

Osmanlı Vali Paşasının tespitiyle "Mehâbet-i devlet" algısını sarsan kahkaha sahibi AKP'li milletvekilini niçin kürsüye çağırmadı Madem ki kim oludğunu biliyordu; vekilini tanımak milletin hakkı değil mi

Hem sonra, "İsrail'e giden petrolden varil başına bir dolar yirmi yedi sent kazanıyoruz" açıklamasıyla da ünlenen Sayın Özlem Zengin kadar olmasa da, onun da ünlenmek hakkı yok mu

Osmanlı'daki kahkaha bedeli ile günümüzde mukayese yapmak doğru olmayabilir; her ne kadar "Osmanlı" lafı çok ediliyorsa da…

Lakin biz yine de yazdık.

TÜRKÜ YAKAN BİZ İDİK BİZ TÜRKÜ YAKIYORLAR

"Buraya getirip oturttukları mübadilerin de kabahati yoktu. İskeçe'nin, Kavala'nın tütüncüleri… Zeytinden, incirden ne anlasınlar Ağaç dediğin bakım ister, masraf ister… Kıymetini bilmeyene nimetini verir mi Muhacirler iki sene üst üste mahsul alamayınca ya kestiler, ya sattılar… Cahillikle fakirlik bir olmuş, Sultan Süleyman'ın mülkü dağılmış…"

Sabahattin Ali'nin "Çirkince" hikayesinin kahramanlarındandır bunları anlatan muhtar. Zeytinliklerin yok olmasının oradaki tek tanığıdır.

"Para da devlet de ağaların elinde. (Onlar istemezse) Kimse ağacının meyvesini toplatacak işçi bulamaz. Çoluk çocuk kendisi toplasa, yağını çıkartacak fabrika bulamaz. Evvela dört senelik mahsulünü, sonra kökünü satar, alır başını gider."