Hakka tapan milletin hakkıve konfeksiyonkesimhaklar

Beşiktaşlı Baba Hakkı'yı tanıdık. Top oynadığı yıllarda biz yoktuk, ama onu seyreden sekizinci sayfa yazarlarının efsane kaptan vezinli yazılarda anlatmalarından tanıdık. O kadar tanıdık ki, tuttuğumuz takımın kaptanlarıyla mukayese ederdikakranlarımızla.

Sonra asker olduk. "Beşinci baruthakkı"nıöğrendikTopçu Okulu'nda.Kundağı motorlu topa beşinci barut hakkıyla ateş dediğimizde, merminin hangi uzaklıktaki hedefi vuracağını hesaplıyorduk.

Bugün ise bir politikacıdan "UmutHakkı"nıöğrendik. Daha doğrusu, başka bir politikacıdan öğrenen bir politikacıdan öğrendik biz de.

(Parti siyasetinde görev alan, almaya çalışankişiler olarak bildiğimiz için kastettiğimiz sayın kişileri, politikacı tabirini kullandık. Zira partilerin siyasetini belirleyenler başkalarıdır ve onların bilinenlerine siyasetçi denir.Farkları böyledir.)

"Umut Hakkı diye çok önemli bir konu var ki, Sayın Bahçeli bunu da söylemişti."

Geçen haftaki yazımızda bir kısmınaitiraz hakkımızı kullandığımızTv5'inpolitikacıSayın Arınçröportajından bir konuyudahatartışmaya açacağız.

Çok önemlidediğibir konuyu Sayın Bahçeli'den öğrenen Sayın BülentArınç'ın, hassasiyet istediği bir hukuk alanınındikkatlerden kaçmamasınıve derinliğinin anlaşılmasını murat ediyoruz.

"Genel affa ihtiyaçolduğunu söylüyorum."

"Yargıdaki hak ihlallerini ortadan kaldıracak tek şey bir genel af olacaktır."

"Milletin rahatlaması lazım."

SayınArınç'ınröportaj kayıtlarından yazdık bu üç cümlesini.

Kurucusu olduğu partinin çeyrek asırlık iktidarının geldiği yeri bu üç tespitiyle işaretleyen bir politikacıya, af çıkardığınızda hak ihlalleri ortadan kalkmış mı olacak, sorusunu yöneltmek lüzumsuzdur; çünkü o, milletin rahatlamasını isterken,yirmi küsur yılilavesinin hesabındadır.

Umut hakkının ne olduğunu, kimlerde umut hakkı olması gerektiğini izah ederken, Sayın Bahçeli'nin söylemine(yabancısı olmadığı tanımla yazalım)paralel gerekçelerle kan ve canverenve dahikalan ömrünü İmralı seyahatleriyle süsleyeceğini ilan eden Sayın Bülent Arınç,iddialarınıAmerikansinemasından bir film adıyla güçlendirdi.

"Esaretin Bedeli diye bir film var. Bu filmi mutlaka izleyin."

1994 yılı yapımı, en beğenilen film sıfatını da kazanmış birAmerikan endüstrisi üretiminin,partikurucu sözcüsü bir politikacısı tarafından, iktidarlarının çeyrek asrından sonramillete örnek verileceği, kimin aklına gelirdi

Dicle kenarındaki koyunları, kurtları anlatan nutukları dinleyerek bir nesil büyütmüştü bu millet zira.

Amerika,mahkumlarını "Esaret" altındakiler genel adıyla tanımlarken, SayınArınç'ınözele koyduğuna bu ülkenin resmi kayıtlarında "Bebek katili, çocuk, kadın, öğretmen, polis,asker katili" sıfatı yazılmıştı.

EsaretinBedeli'ndesoruyorlar; yirmi yılını dolduran vedışarıda olmakisteyen mahkuma: Islah oldun mu

Evet, der müracaatı incelenen mahkum. Kesinlikle değiştim, dersimi aldım. Toplum için riskli değilim, tehlike arzetmiyorum.

Filmde bu ifade kabul edilmezken, Sayın Bülent Arınç, İmralı'da ziyaretetmekistediğiveSayın Bahçeli'nin"Kurucu Önder" yaptığının, yakalanıp uçakta getirilirken "Devletimin emrindeyim" demesini hatırlamış olmalı ki, ıslah olma fiilinegalibaparalel bir durum saymakta.

Kırk yıl sonraki ikinci hakkında "Pişman mısın" sorusuna, "Pişman olmadığım bir günüm olmadı" diyerek cevaba başlayan mahkumun gençliğinden nedamet etmesine, eş koşulacak, benzeridir denilecek bir cümleonca yıldahiçduyulmamasına rağmen, SayınArınç'ıntokmağı Sayın Bahçeli'de olan davuluboynuna asarken örnek verir kurtulurumsandığı Amerikan filmi, işte buizahlarlaitirazımıza belge oldu.

Tarihimizde örneğinin olmayan kişileri, örneği çok politikacılar, "DostumTrump" ülkesinin filmleriyle izaha kalktıklarında, bize de iş bu yazıyı yazmak düştü.

YÜZYIL ÖNCE YAŞANANLAR VE YÜZYIL SONRAYA MALZEME YOKLUĞU TBMM'nin İLK KATİPLERİNDEN ORD.PROF.DR. HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU ANLATIYOR:

1920'de Meclis'e ilk kez memur olarak girdiğimde hemen dikkatimi çeken durum, milletvekillerinin kılık, kıyafet, yaş, kafa yapısı ve görgülerinin başkabaşkave çok değişik oluşuydu. Beyaz sarıklı, ak sakallı, cüppeli, elitesbihlihocalarla pırılpırılüniformalı genç subaylar; yazma veya şal sarıklı beyleri;külâhlıağalar ve kavuklu çelebiler Avrupa üniversitelerinden yeni dönmüş, Batı kültürüyle yetişmiş, nokta bıyıklı, Kuvayı Milliye kalpaklı gençler, Meclis sıralarında yan yana oturuyorlardı. Bilgileri ve yetişme ortamları çok değişik olan bu insanlar bir tek amaç doğrultusunda birleşmişlerdi:

Vatanı kurtarmak.

Bu birleşmeyi sağlayan kişi de Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Paşa idi.

Benim için başlangıçtaki en ilginç olay, Meclis'in açıldığının ikinci günü, Mustafa Kemal Paşa'nın, Milli Mücadele'nin nasıl başladığı konusunda bilgi veren ve akşama kadar süren konuşması ve bunun sonunda Meclis'e kendisinin okuduğu bir önerge olmuştu.

"İcra, Teşri, İslam'da İttifakı Cumhur" gibi sözleri içeren, çok ağdalı Osmanlıca ile yazılmış bu önergeyi dinlerken o zaman pek bir şey anlamamıştım. Özet olarak anladığım şuydu: Mustafa Kemal Paşa bütün devlet işlerine bu Meclis'in el koymasını ve bir hükümet kurulmasını istiyordu. Kimi milletvekilleri ise buna yanaşmıyorlardı.

Büyük Millet Meclisi halinde toplandıktan sonra, bundan niçin kaçındıklarını bir türlü anlayamamıştım. Bizim müdür yardımcısı Tevfik Bey'e sorduğumda: "Kolay değil. Bu, padişaha ve İstanbul'daki hükümete karşı bir isyan mahiyetindedir. Bu iş yürümezse hepimiz asılırız" demişti.