Çok Ah'ları Var, Ama Mizahları Yok

Mizahın gücünü görmüş ve etkilerini yaşamış devlet adamlarımızın ve siyasetçilerimizin tanıklıklarını geçmiş zamanın içinden, adlarını anarak fakat tarih hassasiyeti gözetmeden ve devir sınırlarını aşmadan yazacağız. Cumhuriyet'imizden önce neşir hayatına başlayan bir mizah dergisidir Akbaba. 30'lu yılların başında kapanmıştır. Basın desteğinin önemini bilen Başbakan İnönü, İstanbul il başkanına emir verir. "Gerekli maddi desteği sağlayın ve o dergi yayın hayatına başlasın." Sonraları CHP milletvekilliği de yapacak olan Y. Ziya Ortaç'ın dergisini tekrar neşretmesini sağlayan, mekan ve matbaa da bulduran o yardımı, benim cebimde de vardı biraz diyerek küçümsemesi konumuz değil. "İnönü devri" basınının bir parçası olan bu "Akbaba" gücüdür, "Halkçı"ları, 27 Mayıs'a kadar canlı ve diri tutarak ihtilale hazırlayan. 67 Eylül olaylarına giden yola döşediği taşlar ise, yine bugünkü konumuz değil. pushfn('ads'); 27 Mayıs'tan sonra açıklanan "Menderes'ten örtülü ödenek alan gazeteciler listesi"ndeki kaydını merhum Ortaç, çok eski gazeteci olmasına bağlasa da, on yıla yakın iktidarına rağmen, bir mizah dergisi desteğinden mahrum Menderes'in, "Daha insaflı ol" ricası sayılabilir bu destek. Siyasette basın gücünün, bir dergi ile de olsa adalara ve ağaçlara uzandığınıuzanmasını kuş bakışı bir misalle böyle yazmamızın sebebi, yaşadığımız günleri mukayeseli anlatmak istememizdir. "Medyanın yüzde 95'ini elinde tutuyor AKP iktidarı" diyorlar. Lakin bir mizah dergileri yok yirmi yıldır. Belki de yazarlarımız diye tescillendirdiklerinin halkın mizah ihtiyacını karşıladığına inanıyorlar. Tıpkı benim inandığım gibi. Memleketin ne hale geldiğini her öğrenmek istediğimde, AKP medyasının yazarlarına, bilhassa "Aileden" olanlarının döktürdüklerine bakarım. Y harfiyle başlayan kelimeleri saya saya, numara vere vere, üç Y diye diye geldiklerini unutanlar, geçen asırda kalmış politikacıların "70 sente muhtaç olduk" propagandalarını hatırlatıyorlar; hem de ironi yapma iddiasıyla, "Şimdi öyle mi ya, herkese el açıp dileniyoruz!" pushfn('ads'); Şu anda Hazine ve Maliye Bakanı'nız hangi kıtanın bir ülkesindedir ve kimden ya da hangi bankerlerden ne istemektedir, diye bir soru sorsak... Eskiden IMF vardı, borcumuz vardı, ama adı Mesut Yılmaz olan başbakanımız, Türkiye zengin görünsün diye Merkez Bankası paralarını İngiltere'ye teslim etmişti, hem de faizsiz, hem de koruma masraflı olarak... Yoksa bu gerçeklerin bilinmesi değil miydi AKP'ni iktidara taşıyan muharrik güç Eskiden "Tam bağımsız Türkiye" idealinin olduğu da doğrudur. 2002 yılının parti toplantılarında kayda geçirilen "Amerikalı dostlarımızın Orta Doğu'da ihtiyaç duydukları güçlü partner, BOP eş başkanı biziz" övünmelerini şimdi nereye koymalıyız. Hukukun üstünlüğü ve adalet konularına, yargıç atayan "marangoz imamlar"la sümük yarışına giren AKP yöneticilerine, şehir hastaneleri hayallerine, paralı yollara, 200 liracık ödemeli köprülere, tünellere, hızlı trenlere; petrol bulmalara, başörtüsünü halletmelere, sallanıp yuvarlandığımız millet bahçelerine, askılara çıkarılan ekmeklere, TOKİ kuyruklarına, market indirimlerine vesairelere bilmem takılsak mı, takılmasak mı "Bir avuç yerli ve milli kadro" diye başlamışlar sosyal medyada paylaştıkları acındırma bildirilerine. Neden bir avuç 85 milyonluk Türkiye'de o kadar mı var Dünya devleri, içerdeki hainler, 40 yıllık terör örgütleri, ekonomik esaretten kurtulmak... AKP iktidarı bu mücadeleleri yaparken, halkına, kendini anlatmakta zorlanıyormuş. AKP'ni 20 yıldır iktidarda tutan, övündükleri o seçimleri kazandıran bu halk değil mi 20 yılda başarılamayan, kaç yıl daha olursa başarılacak Bu soruyu şöyle sormak da mümkün. Daha kaç yıl kıskanacaklar bizi "Giderlerse gitsinler" dedikleri çocuklarımızın yollarında ziyan olduğu ülkeler. 20 yılımızı alanlar tarafından suçlanmak, zor olan budur. Müttefik gavur öldürüp durur Gazetemizin 14 Eylül 2022 tarihli ve "Gâvura gâvur diyelim" başlıklı yazısındaki konuyu, 09 Aralık 2020 tarihli gazetemizde "Aşk var meşk yok" başlıklı yazısında da işlemişti Mahmut Toptaş hocamız. Biz de o hafta Sayın Murat Bardakçı'nın da benzer konuda yazmasını fırsat bilerek DYP sayfamızda "Çözülen kördüğüm değildir" genel başlığı altında hatırlatmalar yapmış, anılar nakletmiştik. (Millî Gazete 12 Aralık 2020 Çözülen kördüğüm değildir Necati Tuncer) pushfn('ads'); Tanzimat Fermanı'ndan sonra, gâvura gâvur denmesinden dolayı Taksim Karakolu'nda yaşananları, 1965 yılında bir dergi tekrar yayımlayınca, biz de hem bu haftaki yazısını "Şimdi biz, gâvura nasıl gâvur demeyip de, müttefik diyelim" cümlesiyle bitiren hocamız Mahmut Toptaş'ın makalesine dikkat çekmek için, hem de mizahın gücüne örnek saydığımızdan yine yayımlıyoruz o yazıyı. Son tembih 1839 yılında ilân edilen "Tanzimat"ın yurdumuza getirdiği yeniliklerden biri de, bilindiği gibi, kanun karşısında herkesin tam eşitliği idi. Bu eşitlikten oldum olasıya fazlasiyle yararlanan azınlıklar; Tanzimat Fermanı'nı fırsat bilmişler, psikolojik ve sosyal gelenek alanlarında da kendilerine yeni yeni çıkarlar sağlamışlardı. Meselâ Tanzimat Fermanı'ndan önce Hıristiyalara geniş halk yığını, genel olarak, "Gâvur" der ve bu kelimeyi biraz da küçültücü, aşağılatıcı anlamda kullanırdı. Oysa