Ben Ne Derim Tamburam Ne Çalar Halleri

Dış Güçler, Salgın, Savaş iradeyi de unutma Makam, irade, liyakat, ihanet kelimelerinin bol kullanılarak yorumların yapıldığı ana konu, bir Sabah gazetecisinin Sayın Erdoğan'a yönelttiği ve bazı gazeteci yazarların da "hazırlanmış pas" tasnifine soktukları şu soru ile başladı. "Bir tarafta Saadet Partisi var, Milli Görüş'e sahip çıkıyor; bir tarafta sizinle bir dönem yol yürüyen önemli makamlara gelenler var, ayrı partiler kurdular. Geriye dönüp bakınca onlar için ya da bir bu süre için bir tanımınız, bir değerlendirmeniz oluyor mu" Karar yazarı Sayın Taşgetiren'in, Sabah gazetecisinin bu sorusunu değerlendirmeye almadan önce, içindeki "Kılçık" tespitinin tarafı yanlış geldi bize.(Karar gazetesi-28.07.2022-Cumhurbaşkanı öyle bir şey söylediki-Ahmet Taşgetiren) Sayın Taşgetiren, sorudaki kılçığı da şöyle yazmış: "Bazen içiniz cız ediyor mu" İçinin cız edip etmediği sorusunun muhatabı hemen karşıdaki Sayın Erdoğan ise, merhamet duygularıyla yoğurulmuş bir pişmanlık (nedamet) cevabı olmaz mıydı duyulmak istenen Sözlüklerde "Bir kimsenin işini karıştırmak, bozmak" manasının yazıldığı "kılçık atma"yı, öteki kaleye (Altılı masa) gol girişimi saydığımızda Sayın Taşgetiren'in ifadesini doğru anlayabiliriz. Siyaset sahnesinde yaşanmış geçmiş örneklerini hatırlamadan önce, pasör gazetecinin sorusundaki Saadet Partisi ve Milli Görüş vurguları dolayısıyla cevap hakkımızı kullanmak isteriz; peygamberler tarihinden bir misali anlatarak. Sinekler (ya da seçilen temsilcileri) Hazreti Süleyman'a giderek şikayetlerini arz etmişler. "Nedir bu rüzgardan çektiğimiz" "Mahkeme kuralım" demiş Süleyman peygamber. "Madem ki siz davacısınız." pushfn('ads'); Mahkeme günü geldiğinde, davalı (Rüzgar) yerini almış fakat ortada davacılar (Sinekler) yokmuş. Gerçeğin kayıtları böyle diyor ve geçmişteki örneğimize geçiyoruz. Merhum Demirel'in Çankaya'daki günlerinde, Kanlıca ihtiyarlarının geçen sonbaharları hatırlamasına benzer bir sohbette, 1973 seçimlerine bölünmüş bir AP olarak girmelerindeki hatasını itiraf edip, arkadaşlarımıza karşı daha nazik olabilirdik, gibi bir cümle sarf ettiğini okumuştum bir hatırat sayfasında. AP'nin içinden derme çatma bir Demokratik Parti'nin çıktığı o günlerde, meydanlara yahut demeç bekleyen gazetelere, "Giderlerse gitsinler! Binaenaleyh inceldiği yerden kopsun!" özdeyişini söylemişti halbuki. Mehmet Akif rahmetlinin, Beyazıd Camii şadırvanında abdest alan Ağaoğlu Ahmed'i gördüğünde, "Senin küfrün de riya imiş" demesini hatırlamam ve merhum Demirel'in bu pişmanlığının da bir riya olduğuna inanmam hoş görülsün. Zira o, arkadaşlarını, ki başlarında merhum Sadettin Bilginç vardı, yanına yaklaştırmamak için AP'nin yeniden açılmasını önlemiş, yola DYP ile devam etmişti. pushfn('ads'); Sınırları ve malzemeleri belli pasör gazeteci sorusuna, sayın Erdoğan'ın verdiği cevaba gelirsek... "O tür bir değerlendirmeyi zul addederim. Onu, onların düşünmesi lazım. Onlar o makamlara kendi layık oldukları için gelmediler. O makamlara getirildiler. Eğer onlara bakanlık, başbakanlık verildiyse; onlara bir irade o makamları verdi. Ama onlar bunun kadrini kıymetini bilemedi, ha keza diğeri de aynı..." Sayın Erdoğan'ın herkesi şaşırtan ve zihinlere değişik çaplarda "Acaba"lar düşüren cümlesinden başlayalım değerlendirmelerimize. "Onlar o makamlara kendi layık oldukları için gelmediler." Torpil o zamanda, orada da mı vardı Sorusunu, Sayın Erdoğan'ın bu izahıyla akıllarına getirenlerin çilesi bitmeyecekti. Sayın Erdoğan, olayların kendisini de çok aştığını ifade ediyordu. "O makamlara getirildiler." Masallarda geçen başına güvercin kuşu konanlarının seçilmesi gibi bir durum yok. Sert, katı, otoriter ve sözünün üstüne söz istemeyen ve adına "İrade" denilen bir varlık söz konusu. "Eğer onlara bakanlık, başbakanlık verildiyse, onlara bir irade o makamları verdi." Başka makamlar da verilebilirdi, o gün o makamlar münhal olduğundan, deniyor gibi... Makam, liyakat, irade kelimeleri AKP iktidarında böyle mana kazanırken, biz Sayın Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı seçildiği zamanlardaki bir belge programı konuşalım; TRT'de yayımlanmıştı. Kendisine 28 Şubat'tan hesap sorucu gazeteci rolü vermeye çalışan genç bir gazeteciye, cevabını bildiği sorular yöneltiliyordu bir TRT programında. TK harfleriyle kodlayacağımız o gazetecinin anlattıklarını şimdi bir kere daha yazacağız. AKP'nin ilk Cumhurbaşkanı adayı belirleme toplantısının üç kişi ile yapıldığını ve kendisinin de orada olduğunu söyleyen o gazeteci çocuk, Sayın Gül ve Sayın Erdoğan adlarını anmasına rağmen toplantıdaki üçüncü kişinin adını saklamıştı. O üçüncü kişinin, "Abdullah kardeşimiz olsun" demesiyle toplantının bittiğini ve yarının Türkiye'sinin çok başka bir Türkiye olacağı bilgisini de o TRT programında duymuştuk. "İrade" o üçüncü kişi mi idi pushfn('ads'); 73 seçimleri öncesinde, seçileceği ilimize, "O adamı benim partime yaklaştırmayın" haberini gönderen rahmetli Erbakan Hoca'mızın istemediği, karşı çıktığı politikacı mıydı o üçüncü ve fakat karar verici kişi Hâlâ cevap yok. "Ama onlar, bunun kadrini kıymetini bilemedi." Layık değillerse, nasıl bileceklerdi kadir kıymeti Zamanla alışırlar, öğrenirler, hem ''irade'' de yardımcı olur, gibi mi düşünülmüştü Böyle bir soru programlanmış hiç bir pasör gazetecinin aklına gelmez. Sayın Taşgetiren ve benzerleri gazeteciler ise, Sayın Erdoğan'ın muhalifi arkadaşlarını bir bir saydıktan sonra, halkı, şu tespitlerine inandırmaya ve ortak etmeye çalışıyorlar. "Onların ürettiği yer yer o 'irade' denen şeye itirazı da ihtiva eden 'ortak akıl' ile başarılı icraatlar yapıldı." Kaybolan yılların yarısına razı olmak Yahut ben o kadar da muhalif değilim demenin Türkçesi de böyle. YOK EDİLMENİN İZLERİ, DÖVDÜRÜR DİZLERİ "Eve hırsız girer, anlarım. Apartmana, dükkâna, hattâ bahçeye, bostana, hattâ fabrikaya, hattâ bankaya, hattâ hattâ camiye bile girer, onu da anlarım. Dolap açar, kasa kırar, yükte hafif pahada ağır ne bulursa yürütür... Ama biz hırsızlıkta da pek ileri gittik son yıllarda... Geçerken görmüş, yahut gazetelerde okumuşsunuzdur: Kabataş caddesindeki o güzel çeşmenin bronz parmaklıklarını kesip götürdü hırsızlarımız... Bu parmaklıklar bir kiloluk, on kiloluk şeyler değil. Kesmek, sökmek, taşımak için hem zaman ister, hem kuvvet. Bu şaşkınlığımız geçmeden bir de baktık ki, hırsızlarımız yeni bir başarı göstermişler: Uludağ vapurunun... Evet efendim, Uludağ vapurunun dümenini çalmışlar! Eğer bir sabah gözünüzü açınca Kız Kulesi'nin yerinde yeller estiğini görürseniz hiç şaşmayınız." 60'lı yıllarda yayımlanmış bir dergide haftalık değerlendirmeler yazan bir İstanbullunun birkaç paragrafıdır bu okuduğunuz parça. Yaşadığı şehir İstanbul'a sevgisini her cümlesinde hissettiren yazarın paylaştığı endişe ve üzüntü, engelleme güçlerinin olmaması ve gelecek nesillerin haklı olarak suçlamalarının yüküdür. Sadece "Çalmak" fiilinin icracıları "Hırsız"ların yok ettiklerinden bu yazılarla haberdar olan tüm insanların, seslendirmeseler de, içlerinde negatif düşünceler ve olumsuz neticeli dualar saldıkları kişiler "korumak" mevkii ve mesuliyetinde olanlardır. "Eli uzunlar"ın, Kız Kulesine uzanabileceklerini örneklemesi o sayın yazarın, bugünden bakıldığında abartıdan ziyade gidişatın raporlara geçirilmesidir. İstanbul'un adıyla anıldığı tarihi eserlerden Kapalıçarşı'nın "Et lokantası" eksikliğini gidermiş ve kurt olmuş bir yetkili, - zira ona kadar kimse akıl edememişti,- Çarşı'nın giriş kapılarının üstüne konmuş mermer hat levhalarının tahribatından da sorumlu iken, medyalarına aynen şöyle konuşmuştu: "Büyük üzüntü yaşadık. Daha iyisini yaptıracağız!" O levhaların kıymeti vardır ama... Bizim büyük üzüntü yaşamamız da çok önemlidir! Kibirlerini, atanmış