2 bayramınız da kutlu olsun!

1 Mayıs Emek Bayramınız ve bugün 2 Mayıs Ramazan Bayramınız kutlu olsun. Acı bir anıyla başlayayım. Tarihe "Kanlı 1 Mayıs" diye yazılan 1977 yılı 1 Mayısı'nda ben henüz 3 yıllık gazeteciydim.Yazar değildim.Muhabir başladım.Çalıştığım gazete Günaydın; o yılların yeni basım teknolojisini Türkiye'ye getirmişti ve renkli fotoğrafları 5 sütuna, 6 sütuna, haberin önemine göre bazen 9 sütuna, en kayıtsız okurun bile dikkatini coşturacak büyüklükte basabiliyordu. Gazetenin sahibi Haldun Simavi, babadan gazeteciydi. Babası Sedat Simavi, "Gerekiyorsa kalemini kır ama asla satma" diyen öğüdü meslek ahlakına kazandıran insandı. Genel Yayın Müdürü Necati Zincirkıran ve Yazı İşleri Müdürü de Rahmi Turan'dı, haber müdürlüğünü Aydın Öztürk yapıyordu.İktidar yandaşı olmayan yani "kalemlerini satmayan" bir gazete yapıyorlardı.Yenilik bulmuşlardı.Olay.Fotoğraf.Kişi.Bir araya gelince haber oluyordu. Olay; yangın, kaza, cinayet, rüşvet yeme, karaborsa, fiyat şişirme her neyse mutlaka olayın baş kahramanı kişi ve mutlaka fotoğrafı olacaktı. Haber en kıt anlayışlı okurun anlayabileceği sadelikte yazılacak ve başlığıyla bağıracaktı.Tüm detayları görünecek biçimde renkli fotoğrafı haberin belgesi olarak kullanıyorlardı. Ben aslında ekonomi muhabiriydim, yazdığım haberlerde fotoğrafa pek ihtiyaç yoktu ama gazetemin "fotoğrafı belge" diye sunan yayın anlayışından dolayı, o zaman ailemi geçindirmeye ucu ucuna yeten maaşımdan artırarak, bir fotoğraf makinası satın almıştım. Gazetenin o yıllarda namludan çıkan kurşunu, havada uçan kuşun kanat çırpmasını, yanıp yıkılmakta olan bir İstanbul konağının çökerken son durumunu fotoğraflayabilen çok usta muhabirleri: Ergin Konuksever, Kadir Can, Ahmet Yüksel, Olay Tan, Ramazan Öztürk, Fehim Yener vardı. Bekir Coşkun da Ankara muhabiriydi.Kendimi anlattım.Bağışlayın.Asıl anımı yazacağım.1 Mayıs 1977 günü 1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı İstanbul'da Taksim Meydanı'nda kutlanacaktı. Gazete renkli ve hareketli fotoğraf çekme ustası muhabirlerini haberi izlesinler diye görevlendirmişti. Bana görev vermediler. Oysa asıl ben işçi- işveren haberleri yazan biriydim. Ağrıma gitti, astım omzuma fotoğraf makinemi en iyi fotoğrafı çekme hedefini kafamda iyice kurdum, hırs yaptım Taksim'e gittim.Meydan dolmaya başladı.Akın akın işçiler...Emeğin hakkını istiyordu.Saat 18.00'i geçmişti.Ben en vurucu fotoğrafı çekeyim, gazeteye götürüp haber müdürüne sunayım, o da beğensin ve benim adımı da diğer usta muhabirlerin yanında haberin girişine koysun diye o yıllarda yeni yapılmış "The Marmara"otelinin üst katlarına çıkıp oradan meydana bakan bir odadan kendimce en iyi fotoğrafı (!) çekmeyi kurguladım. Meydana bakan odaların kapıları kilitliydi. Kapısı açık unutulmuş ya da içinde birileri olan oda arıyordum. Oda boş ise girip fotoğrafı çekecek, birileri varsa; "gazeteciyim fotoğraf çekmeme izin verin..." diye rica edecektim.Tek tek yokluyordum.Bir odanın kapısı açıldı.İçeride 7-8 kişiydiler, yüzlerini tam olarak görememiştim, ellerinde dürbüne benzer aletler vardı, kapıyı açar açmaz saniyeler içinde beni karga tulumba dışarı attılar. O anda onların kim oldukları hakkında hiç kafa yormadım. Başka boş oda aradım, birinden aşağıda derya kalabalığın fotoğrafını çektim.Saat 19.00 olmuştu.Mitingi düzenleyen DİSK'in Genel Başkanı Kemal Türkler (sonraki yıllarda evinin önünde cinayetle öldürüldü) konuşmasına başlamıştı. Bir silah patladı. Ardından The Marmara Oteli'nin alana