Mısır'da Baskı, İllüzyon ve Bölgesel Denklem
Uzun bir aradan sonra Mısır'a bir kez daha ayak bastım. Bu ziyaretin temel amacı, Gazze'de süregiden abluka ve kitlesel yıkıma karşı bir farkındalık oluşturmak, Mısır-Gazze sınır hattında uluslararası kamuoyunu harekete geçirecek bir vicdan çemberi inşa etmekti. Ancak bu, Mısır'a ilk girişim değildi; aksine, geçmişte Mısır devletiyle doğrudan yüzleşmiş biri olarak bu ülkeye dair tanıklığım bölgeyi anlamak açısından özel bir bağlam sunmaktadır.
İlk olarak Gazze'ye yönelik insani girişimlerim sırasında Refah Sınır Kapısı üzerinden Mısır'a döndüğümde, Mısır makamları tarafından sınır dışı edildim. İkinci kez ise 2013 yılında Kahire'de, Rabiatül Adeviyye Meydanı'ndaki darbe karşıtı protestolara ve sonrasındaki kitlesel katliama tanıklık ettiğim günlerde, güvenlik güçlerinin baskısıyla bir kez daha sınır dışı edildim. Bu iki hadise, yıllar sürecek bir Mısır'a giriş yasağına zemin hazırladı ve şahsımı fiilen istenmeyen kişi haline getirdi.
Yıllar sonra yeniden geçtiğim Kahire sokakları bana bir çelişkiyi de göstermiş oldu. Şehrin eski mahallelerinde üzeri çöp yığınlarıyla kaplı arka sokaklar hâlâ varlığını koruyor; yoksulluk, seyyar satıcıların yüzlerinde, çocukların bakışlarında açıkça okunuyor. Ancak buna rağmen ana arterlerde yeni binalar, mega inşaatlar, görece düzenlenmiş trafik akışı gibi unsurlar Sisi rejiminin 'tek elden yönetim' pratiğinin kısmi bir düzen illüzyonu ürettiğini göstermektedir. Halkın ruh hali ise derin bir yorgunluk, suskunluk ve çekingenlik olarak her köşe başında hissedilmektedir. Bu suskunluk, on yıldan uzun süredir işleyen baskı aygıtının en güçlü çıktısıdır.
1. Darbe Rejimi: Tarihsel Arka Plan ve İnsan Hakları Karnesi
2013 yılında General Abdulfettah el-Sisi liderliğinde yapılan darbe Mısır'ın Arap Baharı sürecindeki demokratik geçiş umudunu kökten bastırmış, ülkeyi askeri otoritenin mutlak hakimiyetine teslim etmiştir. Seçilmiş ilk sivil Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin görevden alınması, Rabiatül Adeviyye ve Nahda meydanlarında gerçekleştirilen barışçıl oturma eylemlerine yönelik orantısız güç kullanımı insan hakları savunucuları tarafından modern dönemin en kanlı meydan katliamlarından biri olarak tanımlanmaktadır.
Human Rights Watch'un kayıtlarına göre 14 Ağustos 2013'te yalnızca Rabiatül Adeviyye Meydanı'nda bir günde 800'den fazla sivil öldürülmüş, gerçek rakamın 1000'i aştığı tahmin edilmiştir. Darbe sonrası süreçte 60 binin üzerinde siyasi tutuklama yapılmış; kitlesel davalar, idam cezaları ve keyfi infazlar rejimin başlıca sindirme araçları haline gelmiştir.
2. İsrail İçin Bir Güvenlik Kompleksi
Darbe sonrası Müslüman Kardeşler Teşkilatı 'terör örgütü' ilan edilmiş, üst düzey yöneticileri idam, ağırlaştırılmış müebbet ve uzun süreli hapis cezalarına çarptırılmıştır. Teşkilatın hem ülke içindeki tabanı hem de diaspora yapılanması sürekli bir dezenformasyon kampanyasına maruz bırakılmış; Mısır devleti bu söylemi küresel düzlemde de diplomatik ve medya ağları üzerinden yaygınlaştırmıştır.
Mısır ordusu, Camp David Anlaşması sonrası dönemde İsrail'in güvenlik çeperinin bir parçası olarak konumlanmış; 1979'dan bu yana yılda ortalama 1.3 milyar dolarlık ABD askeri yardımıyla desteklenmiştir. Sina Yarımadası'ndan Gazze sınırına kadar olan bölgede Mısır-İsrail güvenlik iş birliği fiili bir tampon bölge üretmekte, bu yapı İsrail'in 'güney sınırı' olarak çalışmaktadır. Mısır Silahlı Kuvvetleri'nin modernizasyon programlarının 80'den fazlasının ABD kaynaklı olduğu, subay kadrosunun önemli bölümünün ABD askeri akademilerinde yetiştiği bilinmektedir.