Gazze için cihad meselesi

Cihad meselesi bugün yalnızca teorik tartışmaların konusu değil, insanlığın karşısına çıkan en yakıcı sorumluluklardan biridir. Gazze'de açlıktan ölen çocuklar, yıkıntılar arasında hayatlarını kaybeden anneler ve topluca katledilen yaşlılar bu sorumluluğun göz ardı edilemeyecek gerçekliğini gözler önüne sermektedir. İsrail'in uyguladığı şiddet sıradan bir "çatışma" veya "askeri operasyon" değil uluslararası hukukta en ağır suç olarak tanımlanan soykırımdır.

Böylesi bir tabloya rağmen, İslam dünyasında sıklıkla aynı söylemler yinelenmektedir: "Şartlar uygun değil", "uluslararası dengeler buna elvermiyor", "sabırlı olmak gerekir"… Ancak Kur'an'ın mesajı açıktır: "Zulme uğrayanlara yardım edin." (Nisa, 75). Bu emir bir tavsiye değil, mutlak bir yükümlülüktür. Bu yükümlülüğün önüne konulan gerekçeler tarihsel süreçte de görüldüğü üzere çoğu zaman korkunun, edilgenliğin veya kısa vadeli çıkarların ifadesi olmuştur.

Tarihsel kayıtlar göstermektedir ki, vahyin hükümlerini sürekli erteleyerek "uygun şartların oluşmasını beklemek" aslında bir tür sorumluluktan kaçıştır. Geçmişte farklı topluluklarda gözlemlenen bu tavır bugün modern İslam coğrafyasında da tekrar etmektedir. Bu da meseleyi yalnızca dini değil, aynı zamanda tarihsel bir problem haline getirmektedir.

İnsani Krizin Boyutları

Gazze'de yaşananlar, meselenin ciddiyetini rakamlarla da ortaya koymaktadır. UNICEF verilerine göre bölgede yaşayan çocukların yüzde 80'i açlık riskiyle karşı karşıyadır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) raporları ise, hastanelerin yarısından fazlasının işlevsiz kaldığını bildirmektedir. Eğitim kurumları büyük ölçüde tahrip olmuş, altyapı çökmüş, temiz suya erişim yok denecek kadar azalmıştır. Bu durum, sadece bir savaşın değil, sistematik bir yıkımın yaşandığını göstermektedir.

Buna rağmen İslam dünyasında tepkiler çoğunlukla diplomatik söylemlerin ötesine geçmemektedir. "Uluslararası toplumun tepkisi", "barış konferansları" ya da "ortak bildiri girişimleri" gibi yollar fiili olarak sahadaki zulmü durdurmaya yetmemektedir. Bu tablo bir bakıma tarihsel bir kayıtsızlığın yeni versiyonu olarak tarihe geçmektedir.

Fıkıhta Güç (Quwwa)

İslam'ın fıkhî birikiminde "güç" (quwwa) kavramı, tek boyutlu bir kavram değildir. "Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın" (Enfâl, 60) ayeti, Müslüman topluluklara yalnızca askeri kuvvet üretmeyi değil, aynı zamanda ekonomik, teknolojik, diplomatik ve kültürel sahalarda hazırlıklı olmayı emretmektedir. Burada asıl vurgu caydırıcılık ve bağımsızlık için gerekli olan çok boyutlu güç üretimidir.

Güç, ümmetin varoluşunun, izzetinin ve onurunun korunması için bir ön şarttır. Fıkıh geleneğinde de bu kavram Müslümanların hem dış tehditlere karşı koyabilmesi hem de kendi toplumsal düzenini ayakta tutabilmesi için zorunlu bir araç olarak görülmüştür. Dolayısıyla güç üretmekten geri durmak sadece güvenlik zaafı değil, aynı zamanda dini bir sorumluluğun ertelenmesi anlamına gelmektedir.

Fıkıhta Denge (Mîzân)

Gücün yanında ikinci temel kavram "denge"dir. Kur'an-ı Kerim'de "Allah mizanı koydu, sakın dengeyi bozmayın" (Rahman, 7-9) buyrulmuştur. Bu ifade güç kullanımının mutlaka adaletle sınırlandırılması gerektiğini vurgular. İslam hukukunda zulme dayalı güç hiçbir şekilde meşru kabul edilmez. Zulüm ister gayrimüslimden ister Müslümandan gelsin, ilahi ölçü açısından meşruiyetini kaybeder.