Trump-Putin Budapeşte Görüşmesi Neden İptal Edildi

Dünya siyasetinin bir kez daha keskin bir viraja girdiği şu günlerde, Budapeşte'de yapılması planlanan Donald Trump-Vladimir Putin görüşmesinin iptali, sadece bir diplomatik randevunun ortadan kalkması değildir. Bu son gelişme, uluslararası sistemin adeta hangi yöne savrulacağını gösteren bir barometre hükmündedir. Dikkat buyurunuz görüşmenin ertelenmesini değil, iptalini konuşuyoruz. Üstelik iki liderin de "henüz zamanı değil" diyerek geri adım atması, yeni dönemin çatışma, çıkar ve hesaplaşma haritasını da ele veriyor.

Görüşme için Budapeşte'nin seçilmiş olması, zaten başlı başına bir semboldü. Budapeşte: Avrupa'nın kalbinde ama Atlantikçi blokla Moskova arasında kalmış bir başkent olarak konumunu hep muhafaza etti. Liderler o masada otursa, belki Avrupa güvenlik haritasının yeniden çizileceği, Rusya- Ukrayna Savaşı'nın yeni bir evreye taşınacağı konuşulacaktı. Fakat olmadı. Trump, "Vakit kaybına tahammülüm yok" dedi ve dosya kapandı.

Peki neden

Kimi Batılı diplomatik kaynaklara göre, Moskova'nın Donbass ve Kırım başta olmak üzere işgal ettiği Ukrayna topraklarının hiçbirisinde geri adım atma niyetinde olmaması, süreci tıkayan ana gerekçeydi. Washington ise sahada eli zayıflamış bir Rusya'ya diplomaside nefes aldırmak istemedi. Trump yönetimi daha masaya oturmadan önce yaptırım kartını açtı ve Rus enerji şirketlerine yönelik yeni ambargoları ilan etti. Yani görüşme takviminden önce bile güç gösterisi başladı. Aslında bütün bunlar diplomasi değil, bilek güreşine tutuşmak gibiydi.

Aslında Budapeşte Zirvesi'nin iptali, "barış diplomasisinin" değil, "soğuk barış stratejisinin" zaferidir. Çünkü ne Washington barışa samimi şekilde yaklaşabiliyor, ne de Moskova. Her iki taraf da kendi jeostratejik alanını tahkim etmenin peşinde. Görüşmenin yapılmaması, bu tahkimatın sürdüğü ve bundan sonra da süreceği anlamına geliyor.

Rusya açısından mesele net: Savaşın sıcak cephesi kadar enerji diplomasisi Moskova'nın elindeki son kart. Bu yüzden Putin diplomasi masasında değil, enerji hatlarında manevra yapmayı tercih ediyor. Avrupa'ya gaz akışını, fiyat politikasını, hatta kış mevsimini koz olarak kullanıyor. ABD ise bu tabloyu değiştirmek istiyor; Rusya'yı ekonomik olarak sıkıştırıp, Ukrayna'da dilediği şartlarda ateşkes zeminini kurmayı hedefliyor.

Ama Trump'ın son açıklamalarında sezilen ton, klasik Amerikan diplomasisinin de ötesinde.

O artık Nobel Barış Ödülü için motivasyonunu kaybetmiş durumda ve "görüşme olsun da nasıl olursa olsun" mantığından gittikçe uzaklaşıyor. Sonuç alınabileceğine inanmadığı hiçbir masaya oturmak istemiyor. Bu tavır, bir yandan Amerika'nın yeni dış politika pragmatizmine yöneldiğini gösterirken, diğer yandan "barış diplomasisinin" giderek yalnızlaştığını da haber veriyor.

Görüşme iptalinin yankısı, görünüşte Ukrayna'nın yanında duran ama Trump'ın barış girişimlerinin bir an önce sonuçlanmasını bekleyen Avrupa'da da yakından hissedildi.

Berlin, Paris ve Brüksel'deki kulislerde "ABD'nin tek taraflı hamlesi" konuşuluyor. Çünkü Washington'un Moskova'yı izole etme çabası, Avrupa'nın zaten kırılgan olan enerji dengelerini daha da zorluyor. Bir başka ifadeyle, savaş alanında kazanılamayan mücadele, enerji hatlarında sürüyor. Budapeşte masası da işte bu gerilimin ilk kurbanı oldu.

Türkiye açısından ise tablo hem risk hem de fırsatlarla dolu. Bölgenin tam ortasında, doğu ile batının tam kesişiminde duran Ankara, bu gelişmeleri dikkatle izlemek zorunda. Zira ABD-Rusya hattındaki her gerilim, Karadeniz'den Akdeniz'e kadar bütün güvenlik mimarisini etkileme potansiyeli taşıyor. Türkiye, bu denklemde artık sadece izleyici değil, doğrudan denge unsuru ve/veya gelişmelerden etkilenmesi muhtemel ilk ülkeler arasında.