Siyonizm'in Krizi Derinleşirken Türkiye Neler Yapmalıdır
Haziran 2025, Ortadoğu'da yeni bir güç denklemine zemin hazırlayacak gelişmelere sahne oldu. İran Devrim Muhafızları'nın ve ordunun üst düzey isimlerinin İsrail tarafından düzenlenen hava saldırıları ile öldürülmesi, bölgesel güvenlik mimarisinde önemli bir kırılma oluşturdu. Saldırıda hayatını kaybeden isimler arasında İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri'nin de bulunması, bu operasyonu basit bir nokta atışı olmaktan çıkarıp doğrudan komuta-kontrol yapısına yönelik bir tehdit haline getirdi.
Bu saldırıların ardından İran, alışılmışın dışında bir biçimde doğrudan İsrail'e füze ve insansız hava aracı saldırısı düzenleyerek cevap verdi. Tel Aviv'in güneyinden Hayfa'ya kadar birçok bölgede alarm durumuna geçildi. İsrail'in savunma sistemleri bazı saldırıları püskürtmeyi başarsa da İran ilk kez bu yoğunlukta ve açıklıkta doğrudan İsrail'e saldırdı. Ve İsrail savunması sarsıldı.
Bu gelişme sadece askeri bir gerilim değil, aynı zamanda yeni bir doktrinel çatışmanın sinyali oldu. Bu çatışmanın merkezinde ise sadece İran ve İsrail değil, bölgesel düzen arayışı ve küresel aktörlerin vekâlet stratejileri bulunmaktadır.
İsrail'in Askeri Doktrini: Hızlı Savaş, Kısa Süre
İsrail'in bu çatışmadaki pozisyonunu anlamak için tarihsel stratejik zihniyetini hatırlamak gerekir. İsrail'in ilk başbakanı David Ben-Gurion, savunma konseptini şu sözlerle özetlemişti:
"Sosyal yorgunluktan ve bataklığa saplanmaktan kaçınmak için savaşlar kısa sürmeli."
Bu yaklaşım, İsrail'in tüm askeri planlamalarında belirleyici bir parametre olmuştur. Çünkü İsrail toplumunun uzun süreli, yüksek maliyetli çatışmalara dayanacak sosyo-politik bütünlüğü yoktur. Orada ekonomik üretimi yüksek, toplumsal talepleri hassas, iç dengeleri kırılgan bir yapı söz konusudur. 1967 Arap - İsrail Savaşı "Altı Gün Savaşı" olarak bilinir kısa sürmüştür ve buna örnektir. 6-25 Ekim 1973 tarihleri arasında gerçekleşen Yom Kippur Savaşı da görüleceği gibi bir diğer örnektir.
İsrail, bu nedenle çatışmalarda "ani ve ezici güç kullanımı"na dayanan "şok ve dehşet" stratejisini benimser. Ancak İran'ın son saldırısı, bu denklemde önemli bir değişikliğe işaret ediyor. Artık İsrail sadece saldıran değil, aynı zamanda yıpratılan bir aktör konumundadır. İran'ın bu hamlesi, İsrail'in "dokunulmazlık psikolojisini" hedef alarak iç kamuoyunda derin kaygı üretmiş ve uzun sürecek, travmaya dönüşme potansiyeli olan bir güvenlik tedirginliğine sebep olmuştur.
İran'ın Stratejisi: Askerî Caydırıcılıktan Psikolojik Direnişe
İran'ın misillemesi, klasik askeri hedeflerin ötesine geçerek İsrail'in iç dengelerine dönük psikolojik ve siyasal bir meydan okuma niteliği taşımaktadır. Bu cevap, İran'ın bölgede sadece vekiller üzerinden değil, doğrudan devlet aktörü olarak da angajmana hazır olduğunu göstermiştir.
Bu gelişme, özellikle İran'ın 2022 sonrası geliştirdiği asimetrik savunma-direnç mimarisi ile doğrudan ilişkilidir. İran, İsrail'in nokta saldırılarına karşılık verebilmek için kendi füze ve insansız hava aracı envanterini sayıca büyütmenin yanında, bölgesel ittifakları da çeşitlendirmiştir. Artık İran yalnızca Hizbullah, Haşdi Şabi ya da Husiler gibi unsurlarla değil, devlet kapasitesiyle de sahadadır.
Türkiye'nin Konumu: İlkeli Tarafsızlık mı, Aktif Denetim mi
Bu gelişmeler Türkiye açısından sadece bir dış politika sorunu değildir. Bölgesel güvenlik, enerji trafiği, mülteci yönetimi, ekonomik ticaret yolları ve diplomatik pozisyonlanma gibi doğrudan iç politika sonuçları olabilecek başlıklara sahiptir.
Türkiye, bu süreçte üç yoldan birini seçmek zorundadır:
1. İzole Edilmiş Tarafsızlık
Bu yol, Türkiye'nin tarafsız kalma adına hiçbir angajmana girmemesi ve yalnızca diplomatik çağrılarla süreci geçiştirmesi anlamına gelir. Ancak bu tutum, kısa vadede çatışmadan uzak kalmayı sağlasa da uzun vadede Türkiye'nin bölgesel etkisizleşmesini beraberinde getirir.
2. Küresel Eksenin Parçası Olmak
ABD ve Batı blokuyla hizalanmak, Türkiye'yi kısa vadeli ekonomik rahatlama sağlasa da bu yolun sonu siyasi bağımsızlık kaybına ve dış politika esnekliğinin yok olmasına kadar çıkar. Türkiye kamuoyu, özellikle Gazze soykırımı sürecinde de görüldüğü gibi bu tür bir tutumu reddetmektedir.
3. Stratejik Otonomi ve Aktif Denetim
Türkiye'nin uzun vadede çıkarına olan; aktif ama ilkeli, bağımsız ama koordineli bir denge politikasıdır. İsrail'in bölgesel genişleme politikalarına karşı dururken, aynı zamanda çatışmayı büyütmeden yönlendiren bir diplomatik denetim rolü üstlenmesi gerekmektedir. İsrail bu bölgede ancak istikrarsızlıklar arasında ayakta kalabileceğini düşünmektedir. Aynı zamanda ABD'nin ilgisini bölgede tutmak için ateşi bölgeye yaymak ve sürekli tehdit altında olduğunu göstermeyi hedeflemektedir. Bu durum Türkiye'nin de bazen doğrudan ama çoğu zaman dolaylı tehdit altında olduğunu göstermektedir. İsrail tarafından yapılan Türkiye karşıtı açıklamaların dozajının her seferinde artmasını dikkatlerden kaçırmamak gerekir.