Uluslararası ilişkiler literatüründe yumuşama olarak nitelendirebileceğimiz süreç ilk olarak I. Dünya Savaşı öncesinde Almanya ve Fransa arasındaki ilişkileri tanımlarken karşımıza çıkmıştı. Söz konusu ilk yumuşama denemesi büyük bir felaketle, yani Birinci Dünya Savaşı ile sonuçlandı. Yumuşamanın hemen ardından patlayan savaş, yalnızca Avrupa'yı değil; bütün bir dünyayı yangın yerine çevirmişti. Yaklaşık 4 yıl kadar süren savaşın ardından güç dengeleri değişti ve Almanya Versay gibi zorlu bir anlaşmayı imzalamak zorunda kaldı.
Versay Antlaşması'nın dayattığı zorlu şartlarla İkinci Dünya Savaşı'na sürüklenen dünya hepimizin malumu iki kutuplu bir eksene evrildi ve uzun bir süre güç dengesini koruma yollarını aradı. Neo-Liberalizm ve Komünizm gibi keskin iki kutbun sonucu da Soğuk Savaş oldu. İşte bu soğuk savaş günlerinde dilimize "yumuşama" olarak çevrilen "detente" kelimesi, dönemin ABD Başkanı Richard Nixon'un dış politikasını tanımlamak için kullanıldı.
Soğuk Savaş'ın ortasında, Küba Füze Krizi'nin ardından Berlin Duvarı gerilimiyle tırmanan tansiyonun yol açabileceği yeni bir nükleer felaketin eşiğinde Sovyetler Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri gerilimi azaltma yoluna gitti. Her iki tarafın da yeni bir savaş istemediği, kaynaklarının tükendiği ve savaşın maliyetleriyle yüzleştiği bir ortamda 1969'dan itibaren Sovyetler Birliği ile ABD arasında tarihî bir yakınlaşma dönemi başladı.
Bu dönemin en dikkat çeken simaları, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Leonid Brezhnev ile ABD Başkanı Richard Nixon'du. İki lider arasında kurulan şahsi arkadaşlık ilişkisi, krize sürüklenen dünyada barışın yollarını aramak üzerineydi. Yerine göre Moskova'da, yerine göre Washington'da sayısız resmi ziyaret yapıldı; ikili, birbirine hediyeler vererek dostluk mesajları yolladı. Masada unutulmayan konuların başında balistik füzelerin sayısını düşürmek, stratejik nükleer kapasitenin kontrolde tutmak geliyordu.
SALT (Stratejik Silahların Kısıtlanması) anlaşmaları imzalandı; füze savunma sistemlerinin sınırlandırılması gibi adımlar atıldı. Maksat, dünyayı yeni bir tehlike alanından korumak ve Soğuk Savaşı bitirmekti. Nitekim bu yakınlaşmanın sonucunda, 1973'te Brezhnev tarihe geçecek, "Soğuk Savaş bitti" ifadelerini kullandı. Oysa her iki taraf da bir yandan barışı korumaya çalışırken, diğer yandan güç kazandıran bu sessiz yarışta silah stokunu artırmaya da devam etti.
Ancak bu "yumuşama" dönemi tüm dünyada olumlu sonuçlar doğurmadı. Moskova-Washington hattında gerginlik azalsa da, başka coğrafyalarda işler farklı yönlere evrildi. Amerika Birleşik Devletleri, Asya'da Vietnam'daki kanlı savaşını sürdürdü. Yüz binlerce insan hayatını kaybederken savaş, bölgeyi büyük bir yıkıma uğrattı.
Diğer taraftan Sovyetler Birliği, bu yumuşama dönemini fırsat bilip 1979'da Afganistan'ı işgal etti. Afganistan işgali, hem Sovyetler için beklenmedik bir bataklık oldu, hem de İslam dünyasında bugüne kadar süren sorunların fitilini ateşledi. Bu dönemde yaşanan diğer acı olaylar da İslam coğrafyasını derinden etkiledi. Dolayısıyla İslam coğrafyası bu dönemden herhangi fayda sağlayamadı.
1973 Arap- İsrail Savaşı'yla başlayan ve 1974'teki cephe ayrılıklarıyla devam eden süreçte Arap dünyası paramparça oldu; birbiri ardına yaşanan darbeler ve iç çatışmalar kutuplaşmayı derinleştirdi. Kral Faysal'ın suikastla öldürülmesi, sonrasında Batı'ya uygulanan petrol ambargosunun geri çekilmesi, ABD ve Sovyetler'in kendi aralarında daha rahat hareket edebilecekleri bir ortamın önünü açtı. Her iki süper gücün, petrol damarları ve müttefik ağları üzerinden biçilen planlarını kolaylaştıran gelişmeler arka arkaya yaşandı.
Aradan geçen yarım asrın ardından bugün tarihin tekerrürünü izliyoruz. 2025 yılında yine benzer bir tablo ile karşı karşıyayız: Bu sefer Alaska'da yaşanan gelişmeler yeni bir detente olarak karşımızda duruyor. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile ABD Başkanı Donald Trump, Anchorage'da bir araya gelerek "gerilimi azaltma zirvesi" düzenledi. Bu yumuşama döneminde hem ABD hem de Rusya karşılıklı gerginliği azaltarak daha farklı planlara odaklanmaya çalışıyorlar.Rusya ve Amerika arasındaki soğuk bakışmalar bir kenara bırakılmaya, karşılıklı öfkeler yatıştırılmaya çalışılsa da her iki taraf da kendi çıkarları ekseninde yeni dengeler kurmanın peşinde. Öte yandan ABD, zirvede Pentagon'un gösterileriyle de aba altından sopa gösterdi.
Unutmayalım ki, 1991'de Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ABD dünyanın neredeyse kimseyle hesaplaşmayacak kadar güçlü bir konumuna gelmişti. Bu hızlı yükselişi, Amerika'nın dünyaya müdahale hamlelerini peş peşe getirdi. 2001'de Afganistan'ın, 2003'te Irak'ın işgali, ABD'nin bu tahakküm politikasının ve pervasızlığının acı örnekleriydi. Türkiye ve diğer Müslüman coğrafyalar bu yıllarda derin sancılar yaşadı. Ta ki Suriye iç savaşına kadar Washington'a karşı buna benzer kökten bir denge kuracak bir güç bulunmadı. Ancak Rusya'nın Suriye'de varlığını hissettirmesi ile beraber yeniden küresel dengelerde birtakım değişiklikler oldu; o hamle küresel denge hesaplarını değiştirirken ABD'nin uluslararası ilişkilerdeki tek lider algısını derinden etkiledi. Bugün de Ukrayna savaşı sonucun eşiğindeyken akıllara gelen en önemli nokta: