Yine aynı şey oluyor, her tuşa basılıyor

Türkiye, iki büyük savaş sonrasında oluşan yeni dünyada BM, AGİT gibi birçok uluslararası örgütte kurucu veya üye, NATO gibi bazılarında da 'bedelini şehit kanıyla ödeyerek' güçlü yerler edindi.

Ancak devletlerin uluslararası güç ve etkinliğini, 'koltuklar' değil, o koltukları doğru kullanıp kullanamamaları belirler.

Kabaca 1960-80'li yıllar arasında Soğuk Savaş'ta olan enerjisini ve özgün coğrafi avantajını darbe ve muhtıralarla, komünist-milliyetçi iç çatışmalarla tüketti.

80'lerin ortalarından itibaren Komünist Blok çökerken Balkanlar ve Türkistan'da doğan fırsatları, PKK terörü, 'irtica' bahaneli devlet-millet çatışmasıyla heba etti.

Düşünün...

Aynı süreçte;

Faşist Almanya, faşit İtalya, faşist İspanya darbelerden, sağ-sol çatışmalarından kurtuldu...

Komünist Sovyet devletleri, Rusya dahil komünizmden, hatta solculuktan uzaklaştı; kimi Hıristiyan muhafazakar yönetimlere bile dönüştü...

Fransa bile laikliği iç çatışma haline getirmemeye özen gösterdi...

Ama tarihi boyunca ne faşist ne komünist ne de 'laikçi' olan Türk milleti, bütün bu karşıtlıkların çatışma alanı olmayı 'başardı'!..

Başının çaresine bakamayan Türkiye, ne Balkanlar'da Müslüman Boşnaklara yönelik soykırıma müdahale edebildi ne Türkistan devletleriyle doğru ilişki kurabildi.

2000'lerin başında, AK Parti iktidarı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığında, ekonomik toparlanma, kalkınma, iç sosyal barış ve sınır ötesi çıkarların değerlendirilmesi süreçleri başlatıldı.

Aynı süreçte, PKK'nın silahlı ve siyasi, FETÖ'nün istihbari ve operasyonel anlamda, siyasete ve devlete sızma ve projeleri de hayata geçirildi.

Bu dönemde ayrıca, Erdoğan'a siyaset engeli, AK Parti'yi kapatma girişimi, 27 Nisan e-muhtırası gibi "Türkiye'ye pranga takma projeleri" denendi.

Bunlar başarılı olmayınca, Gezi, 17-25 Aralık ve nihayet 15 Temmuz hain darbe girişimine başvuruldu.

Her şey, Türkiye'nin çevresini ateş çemberine alan Irak'ın işgali, Suriye iç savaşı, Türkiye'nin Ege ve Akdeniz'de baskı altına alınması girişimleriyle birlikte harekete geçirildi.

Ekonomiye yönelik saldırı ve sıkıştırmalar da cabası...

Türkiye, bugün başardığı her şeyi, 15 Temmuz'a kadar mücadele edip kazandığı iç bürokratik, siyasi çatışmalardan, 15 Temmuz'da da tüm varlığıyla karşısına çıkan terör ve casusluk şebekesine karşı zaferinden sonra yaptı.

İçimize uzanan el kırıldı.

Seçilmiş siyasi irade, devlet kurumları ve millet birlikteliği sağlandı.

Türkiye önce iç, sonra dış güvenliğini sağlarken, sivil ve askeri teknolojide, eğitim ve sağlık gibi sosyal kalkınma alanlarında devrimsel ilerlemeler kaydedildi.

Bütün bunlar, Türkiye'nin uluslararası alandaki çıkarlarını daha güçlü koruması, artırması anlamına geliyordu.

BM'de öncülük ettiği kararları büyük çoğunlukla aldırabildi.

Libya'da, Azerbaycan'da, Suriye'de askeri gücüyle adil ve kalıcı barışın temellerini attı.

Afrika'dan Ukrayna'ya barış arabuluculuğunun tarihi örneklerini sergiledi.

Türkistan'da Türk Devletleri Teşkilatı'nı kurdu.

Türkiye bugün, on yıllar sonra yeniden uluslararası alandaki konumunu hakkıyla değerlendirebilme gücünü yakaladı.

Oturduğu uluslararası masalarda konumunu daha iyi kullanabiliyor.

O masaları daha etkin hale getirebiliyor.

Daha önemlisi yeni masalar kurabiliyor.

CHP Genel Başkanı merhum Deniz Baykal'ın 'kasetle' gitmesi ve yerine partiye yeni katılmış birinin genel başkan yapılması tesadüf müydü

O genel başkan eliyle -Macaristan'da da denendiği gibi- 'altılı masa' kurulmasının nasıl bir siyasi kumpaslar zinciri olduğu ortaya çıkmadı mı

Aynı genel başkan koltuğundan düşürüldü ve arkasından CHP'lilerin "Partimiz kurultay delegelerine rüşvet ve baskı uygulanarak ele geçirildi" yolundaki suç duyuruları ortaya çıkmadı mı

Zengin bir müteahhit çocuğunun (bu bir tezyif ifadesi değil, CHP'nin 'müteahhit, beton' küçümsemesine kinayedir), FETÖ'nün üniversitelerde yuvalanmaya başladığı dönemde usulsüz diploma sahibi olması; CHP'ye 'sağ'dan katıldığı halde hızla ilçe ve belediye başkanı, ardından büyükşehir belediye başkanı ve 'doğal cumhurbaşkanı adayı' olabilmesi hayatın olağan akışına ne kadar uygundur!

Kendisi ve belirlediği CHP yönetiminin Türkiye'yi 'özellikle' İngiltere, ABD ve Almanya'ya şikayet etmesi, Türkiye'yi 'yabancı ülkelerin iç işi' görmesi neyle izah edilebilir

Ancak bu aşamadan sonrasının, yani CHP yönetiminin bu kişiyi cumhurbaşkanı adayı göstermesinin, hakkındaki iddiaları ve şikayetleri canhıraş bir şekilde savunmasının bir izahı olabilir; bütün bunların