Suriye'de Baas diktasını deviren halk hareketi 'devletleşme' aşamasına geçmeye çalışıyor.
Bir yandan ülkenin en çok nüfusunu barındıran büyük şehirlerinde güvenlik, düzen ve kamu hizmetlerini sağlamaya çalışırken, diğer yandan ülkenin uzak kesimlerine, özellikle terör örgütü PKKPYDSDG işgalindeki bölgeleri de 'toprak bütünlüğü' içine almaya yönelik askeri operasyonları sürdürüyorlar.
İlk gündemleri Suriye'nin devlet kurumları ve hiyerarşik yapısı anlamındaki 'inşası'...
Ama ona paralel olarak imha edilen altyapının, kanalizasyondan elektriğe, doğalgazdan fiber optik kablo hatlarına kadar sıfırdan inşa edilmesi gerekiyor.
Yolların, binaların, sokakların onarımı ve yenilenmesi de ihtiyaç var.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın tanıklığıyla anlattığı, "Biden, Esed'in gitmesini istemiyordu" politikası, Avrupa için de geçerli.
Ama düne kadar Baas rejiminin yaşamasını isteyen ABD ve Avrupa'dan, bugünlerde "Suriye'nin yeniden inşasına katkı" mesajları gelmeye başladı.
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas, önceki gün Ürdün'ün Başkenti Amman'da yapılan Suriye konulu dışişleri bakanları toplantısında, "istikrar, egemenlik, toprak bütünlüğü, azınlıklara saygı, radikalleşmeme, kapsayıcı yönetim ve adalet" ilkelerine bağlılık halinde "daha fazla katkı sağlamaya hazır olduklarını" yineledi.
Bu ilkeler Türkiye dahil hemen bütün Suriye destekçisi ülkeler için de geçerli.
Onlar da bu beklentilerini dile getirdiler.
Dahası, yeni Suriye yönetimini devralan HTŞ liderliği de bu konularda açık sözler verdi...
Önceki gün yazmıştım, artık bu ilkeleri "HTŞ liderliği hiç dile getirmemiş gibi" tekrar tekrar söylemenin manası yok.
"Verilen sözlerin takibinin yapılacağını" söylemek yeterli...
Peki bu 'yeniden inşa' için verilecek destek, düne kadar "Esed'li Suriye" isteyen ABD ve Avrupa için, bugün de "devrimi satın alma niyeti" olarak okunabilir mi
Zira başarılmış devrimin sahip çıkanı çok olur.
Kanımca bu 'risk' gözden uzak tutulmuyor.
Her hafta Cuma sabahları TV 24'te Analiz-Sentez yayınında birlikte olduğumuz ekonomist Prof. Yusuf Dinç, dün (pazartesi) bu konuya Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde dikkat çekti.
İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi İslam İktisadı ve Finansı İngilizce Bölümü öğretim üyesi Prof. Dinç, sigortacılık ve bankacılık uzmanı olarak özellikle 'İslam İktisadı ve Finansı' alanına odaklanmış bir hoca.
Prof. Dinç, bu konuda İslam İşbirliği Teşkilatı'nı (İİTOIC), buraya bağlı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi'ni (İSEDAK-COMCEC) ve İslam Ülkeleri İstatistiki, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar ve Eğitim Merkezi'ni (SESRIC) işaret etti.
Suriye'nin kalkınma programının yönetişiminde Türkiye ve İİT'nin eşgüdümü ile liderlik edilebilir.
Dünya Bankası, Suriye'nin yeniden imarı için 400 milyar euro gibi devasa bir rakam hesaplamıştı.
Öncelikli konuların zaman planlaması yapıldığında bu rakam daha anlamlı seviyelere gelebilir.
İİT kurumları, üye ülkelerin finansman kapasiteleri, Türkiye'nin altyapı ve teknoloji kabiliyetleri ile yol haritasını projelendirebilir.
Suriye devrimcilerine sahada başarıyı getiren dayanışmanın, devletin kurumları ve altyapısıyla yeniden inşasında da gösterilmesi gerekir.
Bu sadece Suriye'yi değil Ortadoğu'yu değiştirir.
YEMEN'DEKİ KAHVENİN KOKUSU GELİR
Suriye'deki halk devrimi, zaman içinde çok daha önemli sonuçlar doğurma potansiyeline sahip.
Ama en kısa vadede, bölgedeki 'İran etkisi'ne yönelik sonuçları, Irak ve Yemen'de yeni gelişmelere yol açabilir.
Irak'ta 'yerli' Şiilik bir süredir siyasetten uzak durma kararlılığındaydı.
Ancak yakın zamanda 'siyasete girmeye' davet edilmeye başlandı.
Bu süreç hızlanabilir.
İran'ı tehdit olarak gören Suudi Arabistan, Yemen'de 'ağır bir savaş' yerine barış arayışlarını güçlendirebilir.
Zira Riyad'ın tehdit algıladığı tek komşusu Yemen.
Ve bu tehditten 'savaş'la kurlulamayacağı kesin...
Riyad ayrıca, yeni bir batılı şehir inşası, Dünya Kupası'na ev sahipliği gibi geleceğin projelerini