ABD ile yeni bir dönem başlar mı

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ABD Başkanı Biden'ı ilk resmi ziyareti mayıs başında gerçekleşecek.

Şimdiden 'ekonomi' konularını başa çekenleri okuyorum.

Ancak o kadar da öncelikli sıralarda değil.

Zira sıralama çok sık değişti.

Rusya'nın Ukrayna'yı işgal girişimiyle başlayan savaşta Türkiye'nin rolü ilk sıralardaydı örneğin.

Türkiye'nin Finlandiya ve İsveç'in NATO'ya katılımına onay vermesi ile birlikte.

Hamas-İsrail arasında 'rehine takası' da öncelikli oldu bir dönem.

Sonra İsrail saldırganlığının durdurulması...

Şimdi de İran-İsrail gerginliği...

Bu da değişir...

Türkiye için ABD ile ilişkilerde birinci öncelikli konunun yeri değişmedi: Terörle mücadele.

ABD'nin, adını SDG diye değiştirdiği, terör örgütü PKK'nın Suriye kolu YPG'ye verdiği para, silah, mühimmat ve eğitim desteği.

Bu konunun içinde FETÖ ve diğer terör örgütleri de var. Türkiye, ABD'yi 'yanlıştan dönmeye' teşvik ederken, bir yandan da 'kendi tedbirlerini' almaya ve mücadelesini yükseltmeye devam etti, ediyor.

Son olarak Bağdat ve Erbil yönetimleriyle varılan anlaşmalar, Türkiye'nin öncelikle Irak'ın kuzeyinde PKK varlığını tamamen ortadan kaldırmaya yönelik yeni bir sürece gireceği şeklinde yorumlandı.

ABD ile de bu konuda bir anlaşmazlık yok.

Washington PKK'yı terör örgütü olarak listelediği için Türkiye'nin Irak tarafında yapacaklarına karşı çıkmıyor.

Aksine, PKK'nın YPG, YPG'nin de SDG'de kontrol sahibi olmasından çok memnun değil.

Zira PKK, 'Fazla Amerikancılaştılar' diye YPG'yi hesaba çekiyor, örgüt içi operasyon yapıyor...

Washington buluşmasından hemen önce PKK ile YPGSDG elebaşlarından aynı zamanda ve aynı cümlelerle açıklamalar gelmesi bu açıdan önemli.

Hem 'aynı örgüt' olduklarının yeni bir göstergesi -ki yeni delile ihtiyaç yok- hem de "ABD bizi Kandil'de terk ederse Suriye'de de terk eder" güvensizliğini yansıtıyor.

Zira Türkiye'nin de sadece Irak sınırında değil, Suriye sınırında da 'teröristan'a izin vermeyeceğinin de farkındalar.

Aynı şekilde, hem Bağdat ve Erbil yönetimlerinin de PKK ve uzantılarını sınırları içinde ve ötesinde istemediğinin de bilincindeler.

AB, FİLİSTİN'İ TANIMAYI BAŞARABİLİR

7 Ekim 2023'ten sonra Filistin ile ilgili 'manşetten' iki konu gündemde oldu; önce Hamas'ın İsrail hedeflerine saldırısı, sonra da İsrail'in Gazze'de sivillere yönelik vahşi soykırım saldırısı...

Meselenin özü en çok ve en ısrarlı şekilde Türkiye tarafından gündemde tutuldu:

1967 sınırlarına dayalı, başkenti Doğu Kudüs olan egemen ve toprak bütünlüğüne sahip Filistin Devleti'nin tanınması.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, 29 Kasım Filistin Halkıyla Uluslararası Dayanışma Günü vesilesiyle yayınladığı mesajda, "BM kararları ve uluslararası hukuk temelinde, İsrail ve Filistin'in barış ve güvenlik içinde yan yana yaşayacağı ve Kudüs'ün her iki devletin de başkenti olacağı iki devletli bir çözüme doğru kararlı ve geri dönülmez bir şekilde ilerlemenin zamanı çoktan geldi" dedi.

Avrupa Birliği'nin, Bulgaristan, Çekya, Romanya ve İsveç'in de aralarında bulunduğu 9 üyesi, Filistin'in egemen devlet olma hakkını resmen tanıyor.

Ama AB kurumsal olarak bu konuda adım atmadı.

AB'nin resmi politikası, önce bir barış teklifinin uluslararası kabul görmesi, hayata geçmesi ve sonrasında tanıma yönündeydi.

Ancak bunun 'böyle devam etsin' demekten farkı yoktu.

Zira İsrail buna yanaşmıyor ve ABD de İsrail'in yanaşmadığı hiçbir şeye yanaşmıyor!

24 Kasım'da İspanya Başbakanı Pedro Sanchez, "AB Filistin devletini tanımazsa İspanya kendi kararını alacaktır" diyerek AB'yi zorladı.

İspanya, İrlanda, Slovenya ve Malta ile birlikte 'tanıma' kararı alacaklarını açıkladı. Belçika da onlara katıldı. Bugünlerde Norveç ve Portekiz'in de katılımıyla ortak bir karar almaları bekleniyor.

AB Konseyi Başkanı Charles Michel de, egemen bir Filistin devletini resmen tanımaya hazır üye ülkeler arasında AB düzeyinde koordinasyon sağlamak için bir girişim başlattı.

Michel'e göre 'eşgüdümlü tanıma' daha güçlü bir etki yaratabilir. Michel'in, İsrail'i zorlamak için "AB-İsrail Ortaklık Anlaşması" gibi kozları kullanması gerektiğini söylemesi de bunun göstergesi.

Ancak bu girişim bir tehlikeyi de içinde barındırıyor:

"Ortak karar verilemezse hiç karar verilemez."

Zira, İspanya ve İrlanda'nın, İsrail saldırılarından sonra yaptığı "AB-İsrail Ortaklık Anlaşması'nı gözden geçirelim" çağrısı, 27 üye ülke tarafından oybirliği desteğini alamadı.

Michel de bunun farkında ve "insan hakları bağlamında bu anlaşmaya uyulmadığı gerekçesiyle Komisyon'un anlaşmayla ilgili bir teklifte bulunabileceğini" vurguladı.

Yukarıdaki tabloya bakılınca, Almanya ve Fransa'nın tutumu akla geliyor.

Özellikle Almanya'nın tutumu belirleyici olacak.

Zira Almanya'nın ABD'den bağımsız bir politika izlemesi kolay görünmüyor.

Aynı şekilde AB'den çok ABD'ye bağlı olan Çekya'nın da...

ABD ve Almanya, İsrail'e silah ve mühimmat satılmaması yönündeki toplumsal ve uluslararası baskıya 7 aydır direniyor.