"Almanya, Türkiye konusunda politikasız" diye yazmıştım önceki hafta.
Arkasından yapılan Münih Güvenlik Konferansı, Avrupa'nın her konuda genel politikasızlığını gösterdi.
Konferans, 1963'ten bu yana Şubat ayında Almanya'nın Münih kentinde düzenleniyor.
Sloganı: Diyalog Yoluyla Barış.
Her yıl dünya liderlerinin de aralarında bulunduğu yaklaşık 350 üst düzey ismi tartışma ortamında buluşturuyor.
2015'teki konferansa katılmıştım. Tarihi Bayerischer Hof otelinde, herkesin birbirine çarparak ilerlediği koridorlardan ulaşılan küçük salonlarda yapılıyor toplantılar.
Güncel ve gelecekte karşılaşılabilecek güvenlik sorunları tartışılıyor.
Bu yılki 61. konferans 14-16 Şubat 2025 arasında yapıldı.
Sonuç
Litvanya Eski Dışişleri Bakanı Gabrielius Landsbergis'in ifadesiyle, Avrupalılar "Konferans'tan 'yine' "ruhen çökmüş olarak" ayrıldılar...
Bu çöküntü, Münih Güvenlik Konferansı Başkanı Christoph Heusgen'in konuşmasını ağlayarak tamamlamasıyla tarihe geçti.
Heusgen, kendisinden önce konuşan ABD Başkan Yardımcısı JD Vance'in, Avrupa siyasetini yargılayan konuşmasına atıfta bulunarak, "ABD ile ortak değer temelimizin artık o kadar da ortak olmadığından korkmalıyız" dedi.
Avrupa liderlerine, "demokrasi, özgürlük ve hukukun üstünlüğü değerlerini teyit ettikleri" için teşekkür etti ve bu değerleri savunmaya çağırdı.
Ardından, "Kenara itilmekten şikayet etmeyi bırakmalı, somut fikirlerle gelmeliyiz. Müzakere masasında gerçekten bir yer edinmenin tek yolu bu" diye ekledi.
Heusgen, ABD'nin ortak değerlerden koptuğu ve Avrupa'nın fikir üretemediği tespitlerinde haklı.
Ama yanılgısı, Avrupa'da hala o değerlerin var olduğuna inanması.
Avrupa, "demokrasi, özgürlük ve hukukun üstünlüğü" değerlerini her zaman 'vitrinde' tuttu ama 'seçici' olarak kullandı.
Ticari, siyasi çıkarı olan ülkelerde bu değerleri umursamadı, rakip veya düşman gördüklerine karşı dayatma olarak kullandı.
Güvenlikten sonra siyaseti de ABD'ye ihale etti, Irak, Afganistan işgallerine ortak oldu.
İsrail'in Filistin, Suriye ve Lübnan'ı işgalinde de 'değerlerini' unuttu; İsrail'in Gazze soykırımında tamamen çiğnedi...
Ama Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinde bütün 'değerleri' hatırladı!
Avrupa, değerlerini kötüye kullandığı için aşındırdı.
Ve aşınmış değerlerle parlak fikirler üretilemiyor.
Ama asıl sorun bu değil, bunun farkında olmamak veya kabullenememek.
Hep 'başkaları' suçlu ve sorumlu!
O kadar ki, 2007'deki Münih Güvenlik Konferansı'nda Rusya Lideri Vladimir Putin'in uyardığı yere geldiklerini bile anlamıyorlar.
Putin, "NATO'nun doğuya genişlemesinin önceki anlaşmalara aykırı olduğunu ve Rusya'ya karşı yapıldığını; buna karşılık vereceklerini; ABD hakimiyeti ve aşırı güç kullanımının uluslararası hukuku ortadan kaldırdığını, bunun yaratacağı güvensizlik ortamında herkesin silahlanma yarışına gireceğini" söylemişti.
Bugün;
ABD, Putin'in sözünü ettiği 'kaba hegomonik gücünü' Avrupa'ya karşı kullanıyor.
Avrupa saçını başını yoluyor!
Münih'te Avrupa liderleri, 'daha fazla savunma harcaması' yani silahlanma için neler yapacaklarını anlatıyor.
"Bir dakika, Putin 18 yıl önce uyarmıştı" diyen yok.
Oysa Avrupa'nın düştüğü zaafiyet, Münih Güvenlik Konferansı'nın son yıllardaki 'başlıklarından' bile okunabiliyor.
2017: "Post-Truth, Post-West, Post-Order"
2018: "Uçurumun kıyısından dönmek."
2019: "Parçalarını kim toplayacak"
2020: "Batısızlaşma."
2021: "Batısızlaşmadanın ötesinde."
2022: "Çaresizliği Öğrenmek!"
2023: "Re:Vizyon."
2024: "Kaybet-Kaybet"
2025: "Çok Kutupluluk."
Bu başlıkları cümleye dönüştürelim:
Gerçek algısını dağıtan siyasi manipülasyonlar, Batı'nın küresel liderliğini zayıflattı, uluslararası normların gücünü kaybetti, Batı düzeni uçurumun kıyısına geldi, düştü, parçaları da toplanamadı.
Batı'nın 'değerler üstünlüğü' Batı'da bile tartışılmaya başlandı, daha da ötesine geçildi.
Öğrenilmiş çaresizlik aşılamadı; fikir, siyaset, vizyon geliştirilemedi; Batı dışında geliştirilen vizyonlarla rekabet edilemedi.
ABD liderliğindeki tek kutupluluktan, güç dengesine dayalı çok kutupluluğu 'kabul etme' aşamasına geçtiler.
Çok kutupluluğu tartışırken bile hala, "diğerlerinden farklı olarak bizim 'değerlerimiz' var" üstünlüğüyle düşünüyorlar.
"Rusya ve Çin'in çok kutupluluk düşüncesi eşitlik içermiyor; onlara göre medeniyet inşa edebilen toplumlar eşit, diğerleri ise ancak onların etrafında konumlanabilirler" diyorlar.
Sanki Avrupa, üçüncü ülkelere 'yanlarında kunumlananlar, konumlanmayanlar' diye 'seçici' davranmamış gibi.
Sanki AB'de de bile üyeler resmen 'eşit oy'a sahip olmakla birlikte, fiilen 3-4 ülkenin diğer ülkeleri kendi etrafında topladığı bir güç dengesi yokmuş gibi!
Aslında Avrupa'yı bir kutup yapma konusunda kendilerinden emin değiller, korkuyorlar.
1963'te 'Diyalog Yoluyla Barış'