Dışişleri Bakanlığı, Antalya Diplomasi Forumu'nun dördüncüsünü de başarıyla tamamladı.
ADF, 2019'da planlandı, ancak ilk forum 2020'de Covid19 salgını nedeniyle fiziken yapılamadı.
2023'te de 12 Şubat yüzyılın depremi nedeniyle ertelendi.
Üç gün süren oturumlarla ilgili benim de aldığım notlar ve basına kapalı görüşmelerle (tarafları üzerinden) ilgili yapılabilecek birçok analiz var.
Ancak bunu siyasi karar vericilere servis sağlayan diplomatlara ve akademisyenlere bırakmak daha doğru.
Gazete okurları için 'özetin özeti' bir değerlendirme daha verimli olur düşüncesindeyim.
ADF, yıllar itibariyle şu başlıklar altında toplandı:
2021: Yenilikçi Diplomasi.
2022: Diplomasiyi Yeniden Kurgulamak.
2024: Krizler Döneminde Diplomasiyi Öne Çıkarmak.
2025: Ayrışan Dünyada Diplomasiyi Sahiplenmek.
Başlıkların gösterdiği şey, ADF'nin, Dünya Ekonomik Forumu, Münih Güvenlik Konferansı, Doha Forumu gibi benzerlerinden farklı olarak, 'diplomasi' temasına odaklanması.
Diplomasi, sadece sorunlar için çözüm kanalı değildir.
'Sorun çıkmasın' diye diyalog ve işbirliğini geliştirme, buna rağmen sorun çıktığında da çatışmaya dönüşmemesini sağlama kanalıdır.
ADF, 'bedel ödenmiş' bir çözüm veya barış yerine, 'bedel üretmeden' önce uzlaşmazlığı, çatışmasızlığı sağlama yolu olarak 'diplomasi'ye odaklandı.
Diplomasinin dijitalleşme, salgınlar ve çatışmalarla daralan hareket alanı, AB ve ABD gibi görece istikrarlı bölgelerde 'liderlik yapamama' ve veya 'güçlü liderlik' özelliklerinin ortaya çıkması, diplomasinin uygulama şekillerini değiştiriyor.
Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın liderliği, karşılıklı çıkarlara dayalı, barışçı, çözüm odaklı ve 'eşit göz hizasında diyalog' anlayışıyla yürüttüğü diplomasiyle yeni döneme doğal bir uyum sağladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ADF konuşmasında, "Artık çatışmanın değil uzlaşmanın, ayrışmanın değil ittifakın; kan, gözyaşı, acı ve gerilimin değil refahın ve istikrarın egemen olduğu bir bölge görmek, böyle bir dünyada yaşamak, evlatlarımıza böyle bir dünya bırakmak istiyoruz" vurgusu da diplomasinin bu 'önleyici' niteliğine işaret ediyor.
Erdoğan'ın, "Dünya beşten büyüktür" ve "Dünya hepimize yeter" gibi marka olmuş sözleri, bu vizyonu ve kimliğini bir 'küresel örnek' olarak politika tarihine kazındı.
BM, NATO, AGİT gibi uluslararası hukuk ve düzenin 'temel taşları' bırakın çözüm üretmeyi 'zangır zangır sallanırken', Dünya Ekonomik Forumu, Münih Güvenlik Konferansı gibi küresel düşünce platformları 'görüş ve temenniler'den ileri gidemezken, ADF 'çözüm üreten diplomasi' ve 'liderlik' farkıyla Türkiye'yi öne çıkarıyor.
Erdoğan'ın vizyonu ve doğrudan liderlik etmesiyle, ilk akla gelen Libya, Azerbaycan, Suriye, Etiyopya, Somali, Sudan gibi ülkelerde 'meşru hakların teslimikorunması, çatışmasızlık ve barış' girişimleri bugün ya olumlu sonuçlandı ya da sonuçlanma yoluna girdi.
Ayrıca, daha az bilinen veya sonuç alınamamış gibi görünen Balkanlar'daki, Batı Afrika'daki girişimler, Rusya-Ukrayna savaşı sürecinde alınan ve dönemsel başarılar sağlanan inisiyatifler de küresel ölçekte Türkiye'nin değerlendirildiği platformlarda çok iyi işleniyor.
Özellikle 2022'de Rus ve Ukrayna dışişleri Bakanları'nın ADF'de buluşması ve İstanbul'da sağlanan uzlaşma zeminine, daha sonra Avrupa-ABD'nin bu zemini bozmasına sıkça atıf yapılıyor örneğin.
Türkiye'nin öncülüğünde 52 ülke ile Arap Birliği ve İİT'nin birlik sergileyerek imzaladığı "İsrail'e silah ve mühimmat satışının durdurulması" çağrısına da...
ADF de, ruhunu Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Dış politikada dostları artırıp, düşmanlıkları azaltma vizyonu" çerçevesinde ortaya koyduğu 'arabulucu ve barış yapıcı lider' kimliğinden alıyor.
Bu vizyon ve kimlik aynı zamanda hem Erdoğan'ı hem de doğal olarak Türkiye'yi 'çağdaşlarının önünde giden' özgün ve farklı bir konuma taşıyor.
"ADF'ye Avrupa ve ABD'den güçlü katılım olmaması"na yönelik yorumları da bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor.
Zira dile getirilen "Erdoğan'ın ve Türkiye'nin elini güçlendirmemek", "ADF'nin Batı karşıtı platform olduğu" gibi gerekçeler doğruysa, bu 'Batı'nın "çağın ve Türkiye'nin gerisinde kaldığının" kanıtıdır.
Maalesef büyük olasılıkla doğrudur da.
Zira Türkiye'nin bölgesinde ve küresel ölçekte aldığı roller, attığı adımlar 'küçük hesaplarla' değerlendiriliyor Batı medyasında ve siyasetinde.
Türkiye'nin yeni nesil diplomasisini 'nüfuz arayışı' olarak değerlendiriyorlar hala!
Türkiye'nin güç kullanmayı da gerektiren adımlarını, girişimlerini 'askeri genişleme' olarak değerlendiriyorlar, "Türkiye'nin dünyada kaç askeri üssü var" başlıklı tablolar yayınlıyorlar.