CHP hızla yolsuzluk, hizipleşme, iç mücadele ve "Kurultay" girdabına giriyor. Bunun hem CHP tarihi, siyasi kültürü ve sosyolojisinden gelen iç dinamikleri hem de dünyada ve Türkiye'de siyasetin ideolojik ve jeopolitik sınırları zorlayan dış dinamikleri var. CHP şu anda bunları fark edemeyecek kadar yolsuzluk ve şaibeli kurultay etrafında dönen bir parti içi iktidar mücadelesiyle meşgul.
Yolsuzluk soruşturmasıyla tutuklanması yüzünden görevden alınan İstanbul Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı Ekrem İmamoğlu etrafında yürütülen soruşturma ilerliyor ve yeni pişmanlık dilekçeleriyle İmamoğlu davada giderek yalnızlaşıyor... En yakınındaki bürokrat, siyasetçi ve işadamları bilgi ve belgelerle teyit edilen pişmanlık dilekçeleri veriliyor... Davadaki suçlamaları hatırlayınca sayısı giderek artan pişmanlık dilekçeleri daha da anlam kazanıyor. Suçlamalar şöyleydi: "Suç örgütü yöneticisi olmak", "suç örgütü üyesi olmak", "irtikap", "rüşvet", "nitelikli dolandırıcılık", "kişisel verileri hukuka aykırı ele geçirmek" ve "ihaleye fesat karıştırmak"...
Diğer taraftan Ekrem İmamoğlu'nun divan başkanı olduğu Kemal Kılıçdaroğlu'nun kaybedip, İmamoğlu'nun desteklediği Özgür Özel'in genel başkanlığı kazandığı 4 Kasım 2023 tarihli CHP Kurultayı davasındaki gelişmeler de Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel cephesini zorluyor. Kurultayın mutlak butlan ile malul olması ihtimali CHP'deki parti içi iktidar denklemini sarsacak. Ekrem İmamoğlu'nun hapiste olması ve devam eden yolsuzluk davası, Kemal Kılıçdaroğlu hizbini avantajlı hale getiriyor. Ekrem İmamoğlu'nun ve Özgür Özel'in büyük hatalarından biri 4 Kasım 2023 CHP Kurultayını kazandıktan sonra Kemal Kılıçdaroğlu hizbini sert bir şekilde tasfiye etmeyi yönelmesidir. Parti yönetiminde ve 31 Mart 2024 mahalli idareler seçimlerinde Kılıçdaroğlu hizbinin tasfiye edilmesi, Kemal Kılıçdaroğlu taraftarlarına İmamoğlu-Özel bloğuna karşı mücadele etmek dışında bir seçenek bırakmadı. Hele 19 Mart 2025 tarihinde Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanmasıyla başlayan süreçte İmamoğlu-Özel bloğunun Cumhurbaşkanlığı temayül yoklaması ve CHP olağanüstü kurultay süreçlerinde Kemal Kılıçdaroğlu dahil bütün muhalifleri medya ve sosyal medya linciyle susturması, stratejik bir hata olmuştur. Böylece İmamoğlu-Özel bloğu Kemal Kılıçdaroğlu hizbi başta olmak üzere parti içi bütün muhalefet unsurlarına legal bir mücadele izni vermeyerek hepsinin asimetrik ve gerilla tarzı bir muhalefete yönelmesine yol açtı. İmamoğlu ve Kurultay davalarında kuvvetle muhtemeldir ki CHP içindeki çözülme ve bilgi akışında, bu stratejik hataların büyük rolü olmuştur.
Ekrem İmamoğlu'nun bu stratejik hataları, hapishanede çaresizce fark ederek Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşmek istemesi ve kendisinden yardım istemesinin CHP içindeki dengeleri ne ölçüde değiştireceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz. Diğer taraftan İmamoğlu yolsuzluk davasının ve şaibeli kurultay davasının ilerleyişlerinin CHP içindeki Kemal Kılıçdaroğlu hizbi dışındaki dinamikleri de harekete geçirmesi kaçınılmazdır. Burada ilk dikkat edilmesi gereken şey, İmamoğlu'nun desteğiyle CHP Genel Başkanı seçilen Özgür Özel'in giderek özerkleşmesi ve İmamoğlu dışında bir siyasi güç elde edecek bir siyasi aktöre dönüşmesidir. Özgür Özel'in siyasi aktörlüğünün nereye evrileceği, CHP'nin kaderini tayin edecek yolsuzluk ve şaibeli kurultay davaları ve diğer siyasi aktörlerin ittifak ilişkileriyle de yakından ilişkili bir şekilde tayin olacaktır.
Mansur Yavaş ise Ekrem İmamoğlu'nun üzerindeki davalarla aday olmayacağı fikri ağırlık kazandıkça CHP'deki potansiyel Cumhurbaşkanı adayı olarak daha kuvvetli bir şekilde telaffuz ediliyor. Mansur Yavaş'ın bunun dışında yakından ilişki içinde olduğu ufak milliyetçi partilerin CHP ile muhtemel seçim ittifakındaki taşıyıcı aktörü olması potansiyeliyle de kendisine siyasi bir alan açılıyor. Burada "Terörsüz Türkiye" projesiyle DEM Parti'nin, CHP dışında ayrı bir üçüncü yol arayışında olmasının da Mansur Yavaş ve etrafındaki koalisyonun elini güçlendirdiğinin altını çizelim.
Tarihi Tekerrür
Türkiye tarihinde darbelerin, ekonomik sıkıntıların ve sağdaki bölünmelerin CHP'ye imkan açtığı 1970'lerde yaşananları hatırlamak, CHP içindeki bugünkü dinamikler açısından anlamak bakımından bize bir tarih, siyasi kültür ve parti sosyolojisi perspektif sunacaktır. CHP'de büyük bir umutla genel başkan olan Bülent Ecevit'in yanında partinin kurmay heyetine katılan mülkiyeli bir bürokrat olan Cahit Kayra'nın anlattıkları bu bakımdan çok kıymetlidir:
"Yerel seçim hazırlıkları başlamıştı. Bütün yurtta gezintilere çıkılacaktı. Eğitim programı yapılacaktı. Partinin parası yoktu. Çubuk'taki arsa satılabilir mi Van Depremi için toplanılan paralar, sonra yerine konulmak üzere kullanılabilir mi düşüncesine İsmail Hakkı Birler, Mustafa Üstündağ, Bahir Ersoy şiddetle karşı çıkıyorlardı. Burdur Belediye Başkanı rüşvet almış, tutuklanmıştı. Disiplin kuruluna gönderilip Parti'den çıkarılacaktı. Daha buna benzer bir çok olay..."(Cahit Kayra, 1938 Kuşağı, s. 513.)
CHP, Cumhuriyeti kuran parti olmak gibi boş övünmelere rağmen parti kurumsal kimliğini ve ideolojik dönüşümünü başaramayan, modernlik iddiasının içini dolduramayan zayıf kurumsal kimlik, muğlak ideoloji ve iddialarıyla örtüşmeyen bir parti sosyolojisiyle malul siyasi elitleri yine Cahit Kayra'nın anlattığı üzere aşağıda görüleceği üzere bezdiren bir siyasi partidir.
"1976 Kasım'ında Kurultay yaptık. Kurultay'dan sonra yeni Genel Yönetim Kurulu oluşturulduğu zaman içimizde iş bölümü yapıldı. Turan Güneş, Dışişlerini ben ise ekonomik durumu inceleyip Kurul'a getirecektik. Güneş, Kurul'a iki kez bilgi verdi. Ben daha dayanıklı oldum; 4-5 kez raporlar getirdim. Kimse bizim anlattıklarımızı "dinlemiyor", kimse getirdiğimiz raporları okumuyordu. Özene bezene yazdığımız ve çoğalttığımız raporları masalardan topluyorduk. Herkesin aklında Adıyaman'daki İl Başkanı, Kastamonu'da partiye katılanlar, radikal sol kanadımızdaki gelişmeler, İzmir mitingi gibi konular vardı. Bir gün çantamı açarken Coşkun Karagözoğlu, Eric Fromm'un kitabını gördü. "Bu komünist mi" dedi. Eric Fromm'un kim olduğunu anlatmaya çalıştım. Kısa kesti: "Kaç delegesi var". Bir tür hakaret sözleri ile bir daha rapor yazmayacağını söyleyen Güneş'in gerçekçiliğini, ya da yaptığımız işin anlamsızlığını giderek gördüm ve ben de vazgeçtim" (s. 448.)