Deprem 23 Nisan'da bir kere daha İstanbul'u yokladı, kendini hatırlattı, bakın geliyorum diye uyardı.
Şunu biliyoruz: İstanbul'u etkileyecek 7-7.5 büyüklüğünde bir deprem olacağı kesin, böyle bir depremin olmama olasılığı ise sıfır!
Bunu tarihi kayıtlarda gösteriyor, bilim insanları da söylüyor. Geçmişte İstanbul civarında yaklaşık olarak her iki yüz elli yılda bir yıkıcı bir deprem olduğunu ve gelecekte de olacağını biliyoruz...
Deprem tehlikesi elbette sadece İstanbul içinde değil. Bakın Türkiye bir deprem ülkesi ve elbette bunu herkes biliyor, biliyor bilmesine de gene de herhangi bir önlem almadan far görmüş tavşan gibi donup kalmış depremi, deprem ile gelecek ölümü bekliyor
Memlekette bir deprem oldu mu herkes depremi konuşmaya başlıyor gazeteler de televizyonlarda deprem uzmanları boy gösteriyor saatlerce nerelerde ne zaman deprem olabileceğini ve hangi önlemlerin alınması gerektiğini anlatıyor.
Sonra aradan bir zaman geçiyor, önce haberler seyrekleşiyor sonra neredeyse tamamen kesiliyor ve deprem de depremzedeler de unutuluyor, kaderleri ile baş başa bırakılıyor ta ki bir başka depreme kadar.
Ben bu konuda epeyce yazı yazdım ve aşağıdaki görüşlerimi birçok makalemde dile getirdim.
Şimdi deprem İstanbul'da kendini bir kere daha hatırlatmışken bende bu dediklerimi bir daha hatırlatayım ki belki duyan ve önlem almaya çalışan yöneticiler olur.
Bakın her deprem bir sınavdır, lakin bu ilahi bir sınav değil bir mühendislik, siyaset ve ekonomi sınavıdır.
Depremler yağmurun yağması, rüzgârın esmesi ve yahut da güneşin doğması gibi sürekli olarak tekrarlanan doğal olaylardır. Jeoloji bilimi sayesinde depremlerin nerede, hangi şiddette ve hangi zaman aralıkları ile tekrarlanacağı açık ve net olarak bilinmektedir. Belki de depremler ile ilgili tek bilinmeyen şey depremin günü, saati ve dakikasıdır.
Diğer yandan dünyanın bu gün gelmiş olduğu bilim ve teknoloji seviyesinde yıkıcı şiddetteki depremlerin nerelerde olabileceğini bilip buralarda yapılaşmaktan kaçınmamız, bina yapmak zorunda kaldığımızda ise olabilecek en şiddetli depremlere dahi dayanabilecek güçte yapılar yapmamız mümkündür.
Elbette burada depremlere dayanabilecek yapılar yapmanın teknolojik boyutu yanında birde ekonomik boyutu olduğunu, daha güçlü binaların daha kaliteli beton ve çelik kullanılarak yapılmasının inşaat maliyetlerini yükselttiğini, binaların daha pahalıya mal olduğunu da gözden kaçırmamamız gerekmektedir. Bu tip yapılar inşa etmek doğal olarak bir ekonomik güç ve siyasi kararlılık meselesi olmaktadır.
Depremlere dair bütün bu bilinenlere rağmen Türkiye'nin birçok bölgesinde olan depremler ağır can ve mal kayıplarına yol açabilmektedir.
Teknolojik bir eksiğimiz olmadığına göre, depremlerde can ve mal kayıplarını neden engelleyemiyoruz sorusu cevap bulunması gereken temel sorudur.
Dikkat edilirse depremlerin daha ziyade yoksul ülkelerde, ya da ülkelerin yoksul kesimlerinde daha fazla hasara ve can kaybına yol açtığı görülür.
Bunun sebebi yoksulların deprem tehdidine açık bölgelerde, deprem tehdidine dayanıksız, ucuz binalarda barınmak ve çalışmak zorunda kalmalarıdır.
Bu noktada karşımıza çıkan cevap teknolojik değil ekonomiktir.
Doğal ve tekrarlanan bir olay olan depremlerin felakete dönüşmesinin tek sebebi siyasi ve ekonomik tercihlerdir.
Ah bu yoksulluk var ya bu yoksulluk, insanı acze düşüren, tüm sevdikleri ile birlikte beton tabutlarda depremi bekleten yoksulluk işte asıl sorun bu yoksulluk çünkü insanlar yeterince zengin olsa depreme dayanıklı binalar inşa edebilir.
Ekonomisi güçlü ülkeler deprem ve benzeri afetlere karşı daha güvenli yerlerde daha güvenli binalar inşa edebilirken, ekonomisi zayıf ülkeler ancak yurttaşlarının başını sokabileceği ucuz ve dayanıksız konutlar ya da iş yerleri inşa edebilmektedirler.
İşte tamda bu yüzden depremler ile savaşmak için önce yoksulluk ile savaşmak gerekmektedir.
Bu noktada yoksulluğun yanına birde yolsuzluk unsurunu eklememizde fayda olacaktır. Binaların inşaatına izin vermek ve bu inşaatları kontrol etmekle görevli otoritelerin görevlerini hakkı ile yerine getirmesinin önündeki en önemli faktör yolsuzluktur.