Afganistan'da zaman

Uçaktan toprağa adımınızı attığınızda bir başka ülkeye ya da coğrafyaya değil, başka bir yüzyıla inmiş gibi hissediyorsunuz kendinizi. Hayır, ülkenin geri kalmışlığıyla ilgisi yok sözlerimin. Unutulmaya yüz tutmuş değerlerin, hüznünü kalbine gömüp yüzünden tebessümü eksik etmeyen bir asaletin hüküm sürdüğü yer Afganistan.

Dünya üzerine yayılmış milyonlarca mülteciyle tanıdığı için insanlar onu, pek ehemmiyet vermediler hatta anlamadılar tarihten çıkıp gelen bu asil ruhu. Koskoca imparatorlukları hallaç pamuğu gibi savuran irade meğer Afgan insanının terk etmediği güzel hasletlerde saklıymış.

İçinde yaşadığımız bu kirletilmiş dünyada, sabrı, tevekkülü, saygıyı, vakar ve güler yüzü unutmamış insanların ülkesi burası. Yokluk içinde metanetliler. Dünyanın en büyük zorbaları tehdit etse kendilerini, gülüp geçiyorlar. Tora Bora Dağları kadar güçlü bir irade bu. Fakat bir o kadar alçakgönüllü ve nazik.

Yıllarca sürgünlerde, zindanlarda ömür tüketen insanların zaferden sonra gözlerinde dünya malı küçülüp gitmiş. Bakanlar dahi evlerinden yemek taşıyor işyerlerine sefer taslarıyla. Maaşları 48 bin Afgani (28.500 TL). Fakat sofraları da gönülleri gibi bol.

Bu yüzyıla ait değil gibiler. Hatta dünyaya adaletle hükmettiğimiz o iki asır öncesinden kalmış insanlar gibiler. Babür'ün Bağı'nda gezerken kendinizi 16. yüzyılda hissediyorsunuz. Fakat müzenin kapısına vardığınızda dünyanız değişmiyor, Topkapı Sarayı'nda olduğu gibi. Kapının önü giysisinden, davranışlarına kadar asırlar öncesine ait insanlarla dolu çünkü.

Şimdi şu sivri kemerli kapıdan Gazneli Mahmud çıksa şaşırmayacak gibisiniz. İbrahim Edhem'in, İbn-i Sina'nın,