Gittiği yere kadar!

Her şeyin zamanla yıprandığını söyleyen o meşhur fizik yasasını bilirsiniz, değil mi Entropi... Yani düzenin zamanla kaosa dönüşmesi.

Ekonomi de buna benzer. Ülkeler zamanla yıpranır, sistemler tıkanır, eskiyen politikalar yeni sorunları çözemez hale gelir. Biz önce tıkadık sonra başkanlık sistemi ile tıpa taktık.

Yine de İktidar son 22 yılık süreci öyle ustaca yönetti ki algı yönetimini başarıyla kullanarak her türlü ekonomik çıkmazı "yenilenmiş" bir formül olarak piyasaya sundu.

Aslanız, kaplanız, dünya kötü biz iyiyiz, kıskanılan bir ülkeyiz söylemleriyle dolu bir atmosferde, ne yapılırsa yapılsın, seçmen tepkisi minimumda kaldı.

Bugün ekonomide yaşananları "fast-food" gibi düşünün. Yenilenmiş sandığınız her şey aslında eski yağda kızartılmış. Tam "yedikten sonra pişmanlık garantili" bir formül...

Hiçbir şeyin daha iyiye gitmediği görülecek zaman içerisinde... Bir ekonomi, beklenti yönetimiyle ayakta kalabilir ancak sürdürülebilirlik sağlam temellere ihtiyaç vardır. Oysa bizde ağacı kökünden temeli dibinden sarstılar. Demokrasi ve adalete güveni sarstılar.

Faizler yükseldi ve devasa bir bütçe açığı doğdu. Daha kredi balonları patlayacak.

Nobel ödüllü iktisatçı Krugman'ın "kurtuluşu beklerken daha fazla borçla boğulma" diye tanımladığı senaryoların tam ortasındayız.

Sanayi can çekişiyor, şirketler kapanıyor, gelirler düşüyor. Bir de bunun üstüne milyonlarca mülteci, sığınmacı, kaçak... Nasıl adlandırırsan adlandır, soruna bunu da ekleyince, ekonominin hali tam anlamıyla fırtınada kalmış bir gemiye benziyor.

Bir ülkenin ekonomik geleceği, sadece mevcut politikaların değil, aynı zamanda küresel dinamiklerle nasıl başa çıkacağının bir yansımasıdır.

Türkiye, iç politikadaki başarısızlıkları dış müdahalelere bağlayan bir söylemle yıllarca vakit kaybetti. Ancak şimdi Avrupa ve ABD'den ve hatta Araplardan