İnsanlığı çıkar, geriye ne kalır ki

İzmit'te bir cenaze vardı.. 22 Ocak 2017 günü, Fevziye Camii'nin avlusu hınca hınç doluydu.. Adını ve vasıflarını birçok kıymetli büyüğümden duyduğum, ama kendisini tanıma şansı bulamadığım bir vatan evladı uğurlanıyordu.. Esnaf da oradaydı siyasetçiler de.. İş dünyası da oradaydı nasırlı eller de.. Devlet de oradaydı, "Devletin bilinmeyenleri" de.. Kimi babasını, kimi abisini, kimi dostunu, kimi başkanını, ve kimi de "sırlarını" uğurluyordu.. İşte o kıymetli büyüklerimden, o sırların bir bölümünü dinlemişliğim vardı.. Musalla taşında Hakk'a yürüyen kişiyi, "Hiçbir şeyin peşinde değildi, ama her şeydi" diye tarifliyordu bir ağabeyim.. Ne ilginç.. Çok kafa yordum bu tarife.. Aklım beni "Adanmışlığa" çıkardı.. Tarihte de tarifi var; Serdengeçtiler.. Bugün de onun ardından ben aynı tarifi yapıyorum.. "Hiçbir şeyin peşinde olmayıp, her şey olabilenlerden" o ağabeyimi de, 1.5 yıl önce kaybettik.. Taziye için ailenin bulunduğu yere yöneldim.. Çok sevdiğim ve o günlerde bambaşka bir mücadelenin içinde olan büyüğüme başsağlığı dilemek için sıraya girdim.. Kuyruk uzundu, hava soğuk.. 15 dakika kadar sonra göz göze geldiğimizde, ilk sözü "Allah razı olsun kardeşim." oldu.. Taziye verdim.. Elimi sımsıkı tutup dedi ki; "Geldin sayardım.. Burada olduğun için sıkıntı yaşamanı istemem.. Allah razı olsun.." O büyük acı arasındaki bu hassasiyettir gönlüme ateş düşüren.. Canının yarısını uğurlarken, orada görününce başıma iş gelebileceğini hesaplayan vicdandır, insana, hayata ve içinde bulunduğum ortama isyan ettiren.. Cenaze namazından sonra köy mezarlığına geçildi.. Kabre doğru yürürken, ayak üstü birkaç cümle konuştuk.. Sadece bir kardeşti karşımdaki.. Baba yerine koyduğu ağabeyini uğurlayan bir kardeş ve onun serçenin kanatları gibi atan yüreği.. Avluda da, mezarlıkta da cep telefonuyla sürekli fotoğraf çeken birkaç kişi dikkatimi çekti.. Neden dikkatimi çekti Doğal olarak fotoğraf işinden anlıyorum.. Ancak o insanlar, makineyi tutuşlarından, açılarına kadar baktığımda, fotoğraf çekmiyordu, ortamı belgeliyordu.. Ne olduğunu tahmin ettim.. Avluda büyüğümün yaptığı uyarının manasını da biliyordum zaten.. Zerre umurumda mıydı Elbette hayır.. Sadece benim değil, o avluyu dolduran hiç kimsenin umurunda değildi.. Gelelim sadede.. Ertesi gün, malumunuz üzere Genel Yayın Yönetmeni olduğum televizyona gittim.. Daha odaya yeni girdim ki, telefonum çaldı.. Her zaman enerjik bir şekilde selamlayan bir kardeşimin sesi bu kez farklıydı.. Allah var, önce "Nasılsın abi" dedi.. -İyiyim kardeşim, sen nasılsın -İyi değilim abi.. Bir arkadaş bir fotoğraf gönderdi, üzüldüm.. -Hayır mı -Dün bir cenazedeymişsin.. Keşke gitmeseydin abi.. Yanlış olmuş.. Bir anda donup kaldım, "Nasıl yani" diyebildim.. -Abi biliyorsun son gelişmeleri.. Televizyonun başındaki isim olarak o cenazede olman doğru olmadı.. "O cenazede olmam doğru olmamış." Ne ilginç bir cümle değil mi İnsan yanımıza, töremize, ahlakımıza, inancımıza ne kadar ters bir laf değil mi Ama rahat rahat edildi bu laf.. Bir gün önce büyüğümün avludaki sözleri yankılandı kulağımda; "Geldin sayardım.. Burada olduğun için sıkıntı yaşamanı istemem.. Allah razı olsun.." Ve zihnim, otomatik olarak o anki sözü kopyalayıp yapıştırdı ardına; - Televizyonun başındaki isim olarak o cenazede olmam doğru olmadı.. Meğer o telefon bir başlangıçmış.. Gün boyu.. Hatta ertesi gün.. Hatta birkaç gün boyunca devam etti benzeri aramalar.. Hatta, bir hafta sonra, Ankara'da öyle bir yerde açıldı ki mevzu, şaşarsınız.. Ne yeri, ne açanı yazmayacağım buraya.. Ama Allah var, "İnsani bir durumdur.. Ne var bunda" dendi o sohbette.. Ayırt edecek yaşta ve birikimdeyim.. Dil onu dedi ama, vücut dili başkaydı.. Orada anladım ne olduğunu,