Türkiye'nin Füze Teknolojisinde Hızlanan Adımları
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 800 km menzilli füzelerden sonra 2 bin km menzile ulaşan füzelerin geliştirilmesine yönelik sözleri hem ulusal hem de uluslararası basında yankı uyandırdı. İran ve İsrail arasında geçtiğimiz yıl yaşanan krizler sonrasında komşu olmayan ülkelerin envanterlerindeki roket, füze ve insansız hava sistemleri ile birbirlerine meydan okuyabileceği algısı doğal olarak bu ilgiyi kamçıladı. O halde merakları yanıtsız bırakmamak adına bu alanda Türkiye'nin geldiği aşamayı incelemek faydalı olabilir.
Öncelikle doktrine eğilmek ve roket, füze, dolanan mühimmat gibi 'ateşle taarruz' araçlarının işlevine bakmak gerek. Bu mühimmat hasmın derinliğinde bulunan kritik tesislere, komuta merkezlerine, nicel yoğunluk oluşturmuş personele veya yüksek değere haiz herhangi bir hedefin imhasına yönelik kullanılabilir. Yeni nesil mühimmatlar gerek harp esnasında gerekse hasmın mukabelede bulunamayacağı konjonktürde sınırlı güç kullanımı için ideal çözümler. Öte yandan bu mühimmat sistemleri asli gayretleri destekleyici nitelikte olup kesin sonuçlu bir eylem niteliği olamaz. Sadece füze fırlatılarak hasım mağlup edilemez.
Ülkemizin birinci ve ikinci kuşak ilgi alanına yayılmış devletler ile, Husiler örneğinde olduğu gibi devlet dışı aktörler roket ve füze sistemlerine sahip olup caydırıcı bir yetenek kazanmaya başladı. Soğuk Savaş yıllarında SCUD cinsi roketleriyle gövde gösterisi yapan Ortadoğu devletleri artık füze teknolojilerine sahip olmak; İran, İsrail ve Rusya örneklerinde olduğu gibi bu füzeleri gerektiğinde kullanmak niyetinde. Kendini süper güç olarak gören devletlerin kısa, orta ve uzun menzilli muhtelif sistemleriyle bölgesel meselelerde dahi ya doğrudan ya da vekilleriyle bir sorunu daha geniş bir coğrafyaya yayabiliyor. Husileri bu noktada hatırlamakta fayda var.
Diğer devletler gibi, Türkiye'nin de simetrik veya asimetrik güç dengesi bağlamında bahse konu mühimmat tiplerini geliştirmesi, hazır tutması ve gerektiğinde kullanması mümkün. Nitekim son yirmi yıla yayılan savunma programlarında büyük bir atılım gerçekleştirildi. Bunlara kısaca değinmekte fayda var.
Batılı ülkelerin uyguladığı 'örtülü' ambargolarla birlikte Türkiye, TSK'nın mühimmat ihtiyacının karşılanmasında muhtelif projeler üretmeye başladı. Tank ve obüs mühimmatına yönelik projeler konvansiyonel mühimmat üretiminde önemli dönüm noktaları oldu. Fırat Kalkanı Harekâtı esnasında Türkiye'den esirgenen tank mühimmatı hâlâ hatıralarda. Fırtına obüslerinin TSK'nın mühendisleri tarafından yapılmasıyla birlikte geleneksel menzili 30 km olan bu silahların mühimmatı 40 km mesafeyle kavuşturuldu. Ancak hassas teknolojiye sahip güdümlü mühimmatın tasarlanması ve üretimi bu kadar kolay olmadı.
Türkiye'nin silahlı PREDATOR İHA talebine ABD'nin ret yanıtı vermesi, İsrail'in HERON'ları kendi personeline uçururken bakım bahanesiyle motorlarını söküp götürmesi sonrasında önce İHA, sonra bunların mühimmat sistemlerini üretiminde zıplama yaşandı. Bu noktada ROKETSAN'ın mutlaka anılması gerekir. MAM cinsi mühimmatların imal edilmesiyle perde gerisindeki mütevazı kahraman olarak anılmayı tercih eden ROKETSAN, Türk İHA'larının sadece istihbarat ve gözetleme değil, 'ateşle manevra ve taarruz' görevlerinde de kullanılmasının önünü açtı. CİRİT ile birlikte de TUSAŞ'ın ATAK taarruz helikopterlerinin mühimmatlarında da millîlik sağlandı.
ASELSAN, ROKETSAN, TUSAŞ ve HAVELSAN kardeşliğinin ortak ürünleri olan birçok silah ve askerî teçhizat projelerinde ANKA İHA, ATAK taarruz helikopteri ile yaşanan süreçlerdeki başarı tekrar edildi. Özellikle Türk hava sahasının güvenliğinin sağlanmasında hava savunma sistemlerinin tasarlanması ve üretimi -ki bu süreç Çelik Kubbe ağı ile devam ediyor- hem mühimmat hem de entegre silah sistemlerinde yeni yeteneklerin önünü açtı. TEI ve KALE Grubu'nun roketfüze motorlarını millî mühendislik imkânlarıyla geliştirmesiyle Türkiye'nin füze teknolojilerinde ivme yakalaması sağlandı.