Vatanseverlik ve Çokonat..
Vatanseverlik ve Çokonat..
MURAT ALAN
Türkiye'nin yakın tarihine damgasını vurmuş birçok işadamı var. Ama bazılarını yalnızca sanayici olarak değil, taşıdıkları değerler ve miras bıraktıkları ahlaki duruşla da anmak lazım.
Merhum Sabri Ülker, işte bu nadir isimlerden biridir. O sadece Ülker markasının kurucusu değildi; aynı zamanda alın terine, yerli üretime, Türk çiftçisine ve ülkesinin itibarına gönülden bağlı bir vatanseverdi.
Geçtiğimiz hafta Yıldız Holding Onursal Başkanı Sabri Ülker'in anma programındaydık. Oğlu Murat Ülker'in samimi, duygulu ve yer yer gülümseten anlatımıyla, hep birlikte geçmişe gittik.
Bisküvi kokulu yıllara, borç harç kurulan küçük bir atölyeden dünya markasına uzanan zorlu yolculuğa tanıklık ettik.
Ama bu hikâyeyi diğerlerinden ayıran şey, arkasındaki yürekti. Çünkü Sabri Ülker'in hikâyesi sadece iş değil, aynı zamanda ahlak, sorumluluk ve memlekete duyulan büyük sevginin hikâyesiydi.
Bu sevdanın en çarpıcı örneklerinden biri ise, bugün market raflarında sıradan bir gofret gibi görünen ama gerçekte Türkiye'nin üretim tarihine geçmiş bir ürünün doğuş hikâyesinde gizli.
Ülker'in bir dönem tepe yöneticilerinden Necdet Buzbaş'ın yıllar önce anlattığı ve programda tekrar hatırlatılan o olay, Sabri Ülker'in vatanperverliğinin ne denli derin olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Buzbaş şöyle anlatıyor: "Türkiye fındık ihraç edemiyor. Elindeki stokları tüketemiyor. Devlet, ürünleri öğrencilere dağıtıyor ama yine de elde kalan var. Fiskobirlik Genel Müdürü yurtdışına çıkmadan önce Ülker'e uğruyor. Çantasında kalan, bozulmaya yüz tutmuş fındık numunelerini gösterip, 'Bunları Brezilya'ya götüreceğim, orada satabilir miyiz, bakacağım' diyor. Sabri Bey, 'Yapmayın bunu, Türkiye'nin adını kötülemeyin yurtdışında. Bu fındıkları götürmeyin oraya, Türk malını karalamayın' diyor. Sonra da 'Ben bunları değerlendirecek bir şey yapacağım' diyerek yola koyuluyor. Ve sonuçta ortaya o meşhur ürün çıkıyor. Çokonat böyle doğdu. Türk fındığını depoda çürütmemek için, ihraç ürününe dönüştürmek için yaptık."
Bu kısa ama çok derinlikli hikâyede birden fazla boyut var.
Devlet elinde kalan ürünü elden çıkarmaya çalışıyor. Fiskobirlik çaresiz. Fındıkların bozulmaması ve ekonomiye kazandırılması gerekiyor. Ama Sabri Ülker bu tabloya sadece ticari bir gözle bakmıyor. Onun penceresinden bakınca mesele başka: "Türkiye'nin itibarı. Türk malı algısı. Üreticinin alın teri." Ve bunları korumak için elini taşın altına koymak.
Sabri Ülker, "Bu fındık bozulmasın da nasıl kâr ederim" demiyor. "Yurt dışına çıkmasın, ülkemizi küçük düşürmesin" diyor. Ve ardından, üreticinin alın teri, Türkiye'nin itibarı olan o fındıklara hayat verecek, onları katma değerli bir ürüne dönüştürecek formülü buluyor. İşte bugün herkesin bildiği, içi fındık dolu o meşhur ürün böyle doğuyor. Herkesin sevdiği o tadın ardında yatan vatan sevgisini kaç kişi biliyor
Bu olay, Sabri Ülker'in ticari başarısından daha fazlasını ortaya koyuyor.
O, krizleri fırsata çevirmekten önce, değerleri korumayı ilke edinmişti.
"İyi ürün", onun için sadece kalite standardı değil, millete verilen bir sözdü. Üretim onun için sadece sanayi değil, aynı zamanda ahlaki bir duruştu.