Ümmete umut mesajı

Ümmete umut mesajı

MURAT ALAN

Bugün Kurban Bayramı Hicri takvimin en mübarek, en anlam yüklü günlerinden biri.

Mümin gönüllerin Allah'a yakınlaşmak için niyetlendiği, teslimiyetin İbrahim-î mirasla can bulduğu kutlu bir zaman.

Fakat bu yıl, bayramın sevinci dünyanın dört bir yanındaki müminlerin yüreğinde buruk yankılanıyor yine. Bir yanda babasının aldığı bayramlık kıyafetlere koşan çocukların neşesi; öte yanda Gazze'de açlıktan susuz kalan bebeklerin sessizliği.

Bir yanda evinin bahçesinde kurbanlık koçunu hazırlayan bir baba; diğer yanda yerle bir olmuş evinin enkazından başını bile çıkaramayan babalar

İşte böyle bir çağın, böyle bir zaman diliminde giriyoruz Kurban Bayramı'na

Gözyaşıyla tebessümün, umutla sitemin iç içe geçtiği bir tablo bu.

Kurban, sadece bir hayvanın kesilmesinden ibaret değildir.

Asıl anlamı, insanın Rabbine olan bağlılığını sınadığı bir imtihandır. Hz. İbrahim'in gördüğü rüya, aldığı ilahi emir ve Hz. İsmail'in o emre verdiği "Babacığım, emrolunduğun şeyi yap" cevabı, sadece bir baba-oğul hikâyesi değildir.

Bu, insanlığın Allah'a duyduğu sadakatin en yüce örneklerinden biridir.

Ve o günden bugüne her kurban kesimi, bir hatıranın değil, bir itaatin, bir adanmışlığın yeniden dirilişidir. Bu ibadet, Allah'a karşı duyulan teslimiyetin ete kemiğe bürünmüş hâlidir.

Ama aynı zamanda bu ibadet, sadece Allah'la kul arasında kalan bir sır da değildir.

Kurban, insanın insanla olan sınavının da adıdır.

Yalnızca bireysel bir kulluk değil, aynı zamanda sosyal bir duyarlılıktır.

Dünya üzerindeki hiçbir inanç sistemi, yoksulu bu kadar merkeze alan bir ibadet mimarisi kuramamıştır.

Kurban; paylaşmaktır, yakınlaşmaktır, uzaklara dokunmaktır. Eti üçe bölmek bir aritmetik işlem değil; toplumsal ahengin, sınıfsal farkların silinmesidir.

O lokmalarla birlikte muhabbet dağıtılır, merhamet yayılır, kardeşlik inşa edilir.

Bir mümin, kurbanını keserken yalnızca kendi evine değil; tanımadığı coğrafyalardaki kardeşlerine de sofralar kurar.

Afrika'nın ücra bir köyüne ulaşan et, Asya'nın yoksul bir mahallesinde pişen tencereye düşen parça, Gazze'de bir yetimin bayram kahvaltısına dönüşen lokmadır.

Bunların her biri, İslam'ın sosyal adalet anlayışının ete kemiğe bürünmüş halidir.

Batı dünyası "refah devleti" kavramını 21. Yüzyılda keşfederken, İslam 14 asır önce bu adaleti kurbanla tesis etmişti.

Bugün hâlâ ayakta kalmasının, hâlâ diriliş sembolü olmasının sebebi budur.

Ama bu yıl başka Bu yılın kurbanı, Gazze'nin enkazları arasında kesiliyor belki.

Kimisi diri diri gömülmüş, kimisi açlıktan gözünü açamıyor. Orada bir annenin sütü yok, bir babanın gücü yok, bir çocuğun gülümsemesi yok. Ve bayram, onların takviminde bir yaprak bile çevirmiyor artık.

"Bayram mı şimdi bu" diye soran vicdanlar çoğalıyor her yıl. "Onlar açken nasıl sevinelim" sorusu, her müminin yüreğinde yankılanıyor.

Ve evet, bu sorular meşrudur. Çünkü Gazze'de yaşananlar sadece bir abluka değil, bir vicdan çöküşüdür. Orası sadece bombalanan bir toprak parçası değil; bizim suskun kalışımızla büyüyen bir vebaldir. Her Filistinli çocuk, bize unuttuğumuz merhameti hatırlatmak için vardır. Her sessizlik, bizde yankı bulması gereken bir çığlıktır.

Ne yazık ki, ümmet denilen o büyük aile artık bir araya gelemiyor. Her ülke kendi derdiyle boğuşurken, Filistin'de akan kan, Yemen'deki açlık, Doğu Türkistan'daki sessizlik göz ardı ediliyor. Çünkü en büyük kriz, ekonomik ya da politik değil; şuur krizidir.