Eyvah.. AK Parti hırsızı mı koruyor!
MURAT ALAN
Türkiye'de son dönemde gündemi meşgul eden yolsuzluk tartışmaları, siyasetin en kirli argümanlarından biri hâline geldi. CHP'li belediyelere yönelik operasyonlar başladıktan sonra, ana muhalefet cephesi klasik bir refleksle yine aynı koroya sığındı: "Kumpas var!" Delilleri, belgeleri, ifadeleri, dijital kayıtları yok sayarak, partisel dokunulmazlık zırhının arkasına gizlendiler. Oysa kamu vicdanı her şeyin farkında. Bir süredir özellikle sosyal medyada oluşturulmak istenen "yolsuzlukla mücadele edilmiyor, AK Parti iktidarı kendi çevresini koruyor" algısı, gerçekle taban tabana zıt. Çünkü tam aksine, devlet, kendi içinde dahi olsa hiçbir kurumu ya da kişiyi kayırmadan, her türlü suiistimalin üzerine kararlılıkla gidiyor.
Bunun en somut örnekleri ortada. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) ana hissedarı olduğu Bankalararası Kart Merkezi'nde (BKM) 2023 yılında yapılan "Çipli Plastik Kart Alımı" ve "TROY Yazılım Geliştirme" ihalelerinde yaklaşık 100 milyon TL'lik kamu zararı tespit edildi. Usulsüzlüklerin arasında teklif engelleme, teslimatsız ödemeler ve paravan şirketlere aktarım gibi ağır maddeler yer aldı. Bu skandal, bir dış ihbarla değil, bizzat TCMB'nin 6 Şubat 2024 tarihli iç denetimiyle ortaya çıktı. 6 Aralık 2024'te İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusu yapıldı, 10 Ekim 2025'te 10 kişi gözaltına alındı ve aralarında eski TCMB Başkan Yardımcısı Emrah Şener ile BKM Genel Müdürü Baran Aytaş'ın da bulunduğu 7 kişi tutuklandı. Üstelik Aytaş itirafçı oldu ve tüm çürük zinciri tek tek deşifre etti. Bu itiraflar, "kumpas" iddialarını değil, yolsuzluk gerçeğini belgeleyerek CHP'nin söylemlerini temelsiz bıraktı. Bu tablo, bir "kapalı devre koruma" değil, tam tersine devletin kendi kurumlarını da denetleyip suçluya dokunmaktan çekinmediğinin göstergesi. Skandalı bulan TCMB'nin kendi denetçileri oldu, savcılığa taşıyan yine TCMB oldu. Yani devlet, adeta kendi evladının kırılan kolunu sarmak yerine, kangren olmuş uzvu neşterle kesmekten çekinmedi.
Benzer bir durum Yunus Emre Enstitüsü'nde yaşandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı bu kurumda, 2020-2024 yılları arasında yaklaşık 400 milyon TL'lik yolsuzluk iddiası tespit edildi.
Naylon faturalar, tabela şirketler ve özellikle Suriye projeleri üzerinden gerçekleştirilen usulsüz ödemeler zinciri, eski Başkan Şeref Ateş'in oğlu Enes Ateş'e bağlı şirketlere kadar uzanıyordu.
Bu olay da muhalif medyanın iddiasıyla değil, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün 2022 sonu itibarıyla başlattığı rutin denetimlerle ortaya çıktı. Denetimler sonucu Mayıs 2024'te teftiş süreci başladı, Temmuz 2024'te inceleme raporu tamamlandı ve 23 Aralık 2024'te Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusu yapıldı. 1 Ocak 2025'te 18 kişi gözaltına alındı, 8'i tutuklandı. Şeref Ateş Almanya'ya kaçtı, döndüğünde o da tutuklandı. Yani kimse "bizimkiler" diyerek korunmadı; devletin mekanizması tıkır tıkır işledi, sonuçlar da ortada.
Bir diğer örnek ise Devlet Hava Meydanları İşletmesi (DHMİ). Eski İşletme Dairesi Başkanı Mehmet Cemil Acar'ın gelir ve mal varlığı arasındaki devasa uyumsuzluk, CİMER üzerinden gelen anonim bir ihbarla ortaya çıktı. Evinin aranmasıyla 26 kilogram altın, 1,3 milyon dolar ve 100 bin euro ele geçirildi. Rüşvet ve ihale yolsuzluğu iddiaları kapsamında yürütülen soruşturma, 21 Şubat 2025'te Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na taşındı. Acar, 13 Nisan 2025'te tutuklandı. Buradaki en kritik detay şu: İhbar anonim olsa bile, devletin ilgili kurumları olayı sümen altı etmedi. Yani "bizdendir" mantığıyla davranmadı.
Öte yandan, CHP'li İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde ortaya çıkan ve F tipi cezaevlerindeki koşulları aratmayan delil yığınına rağmen, parti sözcülerinin "siyasi operasyon" naraları, kamuoyunu galeyana getirmekten başka bir işleve hizmet etmiyor. Peki, CHP'li belediyelerdeki her dosyada aynı «kumpas» teranesi dillendirilirken, BKM'deki itirafçı genel müdürü, Yunus Emre'deki naylon fatura trafiğini, DHMİ'deki 26 kilo altını nasıl açıklayacaklar Yoksa "kumpas" sadece kendi yandaşları için mi işliyor

49