Demek ki neymiş,Türkiye haklıymış!..
MURAT ALAN
25 Aralık 2025, Batı'nın yıllardır özenle örttüğü bir çelişkinin, Atlantik'in iki yakasında adeta patladığı tarih olarak hafızalara kazındı.
ABD, Avrupa Birliği'nin Dijital Hizmetler Yasası'nı (DSA) şekillendiren eski AB Komiseri Thierry Breton ve dört Avrupalı yetkiliye vize yasağı getirdi.
Gerekçe, o kadar tanıdık ki gülmeden edemiyor insan.
"Amerikan fikirlerinin sansürlenmesi." Evet, ABD'ye göre AB, sosyal medya düzenlemeleriyle ifade özgürlüğünü ayaklar altına alıyordu. Bu, yıllarca başkalarına ders veren bir gücün, kendi gölgesinden korkması gibi bir şey.
Brüksel ve Paris'ten yükselen tepkiler, kararın kendisinden daha da çarpıcıydı. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, bunu "cadı avı" olarak nitelendirdi; Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ise "egemenliğimize saldırı" diye haykırdı. Karşı yaptırımların sinyali verildi, hatta AB'nin Amerikan şirketlerine misilleme yapacağı konuşulmaya başlandı. Kısacası, Batı, sosyal medya düzenlemeleri yüzünden kendi içinde sert bir çatışmaya, neredeyse bir soğuk savaşa girdi. Bu bölünme, yıllardır "Birleşik Batı" imajını pazarlayanlar için utanç verici bir manzara.
Bu tablo, yıllardır aynı düzenlemeler nedeniyle Türkiye'ye yöneltilen suçlamaları hatırlayanlar için son derece öğretici, hatta aydınlatıcı bir ders niteliğinde. Türkiye, dezenformasyonla mücadele ve sosyal medya düzenlemeleri nedeniyle Batı tarafından sürekli "otoriterlik", "sansür", hatta "diktatörlük"le itham edildi.
Hatırlayın, 2022'de yürürlüğe giren Dezenformasyon Yasası, Batılı raporlarda "Orwellvari" ifadelerle, adeta bir distopya senaryosu gibi hedef alındı. Düşünce kuruluşları, uluslararası medya organları ve sözde insan hakları örgütleri, Türkiye'yi sistemli biçimde karalamayı bir görev, bir misyon haline getirdi. Bu karalamalar, sadece lafta kalmadı; uluslararası konferanslarda, BM oturumlarında ve hatta sosyal medya platformlarında Türkiye aleyhine kampanyalar düzenlendi.
Bu eleştiriler yalnızca raporlarla sınırlı kalmadı. Sosyal medya şirketlerine gönderilen ortak mektuplar, platformları Türkiye'ye karşı açıkça pozisyon almaya çağırdı. "Etki ajanı" tartışmaları üzerinden egemenlik alanına doğrudan müdahale edildi. Freedom House gibi yapılar, endeksler üzerinden Türkiye'yi damgaladı, demokrasi puanlarını düşürdü, yatırımcıları uzak tutmaya çalıştı. Amaç belliydi: Türkiye'nin ulusal güvenlik ve kamu düzeni gerekçesiyle attığı adımları "özgürlük karşıtı" ilan ederek baskı altına almak, iç politikayı dışarıdan şekillendirmek. Bu yöntemler, Soğuk Savaş dönemindeki propaganda taktiklerini andırıyordu; farkı, artık dijital araçlarla yapılıyor olması.
Şimdi aynı Batı, kendi ürettiği DSA yüzünden birbirine girmiş durumda. AB'nin Dijital Hizmetler Yasası, platformlara içerik kaldırma zorunluluğu getiriyor, algoritmaları denetime açıyor ve cirolarının yüzde 6'sına kadar varan cezalar öngörüyor. Thierry Breton'un X'e kestiği milyonlarca euroluk ceza da bu çerçevenin bir parçası; hatta daha önce Twitter'a (şimdi X) karşı benzer yaptırımlar uygulanmıştı. ABD ise bunu "küresel sansür" olarak tanımlayıp bireysel yaptırımlarla karşılık verdi. Bu, adeta bir aile kavgası gibi: Bir taraf "özgürlük" diyor, diğer taraf "güvenlik" diyor, ama ikisi de aynı şeyi yapıyor.
İşin ironik tarafı şu.. Türkiye yıllardır "dezenformasyonla mücadele ediyoruz, ulusal egemenliğimizi koruyoruz" dediğinde, Batı bunu baskı olarak niteledi, hatta uluslararası mahkemelerde dava açma tehditleri savurdu. AB aynı şeyi yaptığında ise adına "demokrasiyi koruma"

16