Cenevre'de mazlumun sesi olmak
MURAT ALAN
İsviçre'nin Cenevre kentinde düzenlenen Altıncı Dünya Parlamento Başkanları Konferansı, dünyanın farklı ülkelerinden gelen parlamento temsilcilerini bir araya getirirken, Türkiye bu toplantıya, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş'un liderliğinde güçlü bir heyetle katıldı. Bu tür uluslararası platformlar genellikle dikkat çekmez ama bu yılki zirve, sadece gündemi değil, Türkiye'nin duruşunu da anlatmak açısından önemliydi. Cenevre'de adalet, barış, çok taraflılık ve Filistin gibi başlıkların göbeğinde bir diplomasi trafiği yaşandı.
O trafiğin merkezindeyse, hem temsil ettiği kurumsal ağırlıkla hem de kişisel birikimiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Numan Kurtulmuş vardı. Zirvenin açılışında yaptığı konuşmayla sadece Türkiye'nin değil, aslında vicdanı olan herkesin hissiyatına tercüman oldu. "Adalet, güçlülerin ayrıcalığı değil, herkesin doğuştan hakkıdır" derken, bir süredir dünya sisteminin maruz kaldığı çifte standartları doğrudan hedef aldı. Daha da önemlisi, bu sözleri söyledikten sonra Filistin'e dikkat çekmesi, konuşmayı diplomatik nezaket sınırlarında bırakmadı; onu ahlaki bir manifestoya dönüştürdü.
Birleşmiş Milletler sistemi çöküyor. Artık bunu sadece biz değil, küresel sistemin içindeki pek çok aktör de görüyor. Fakat sistem çökerken, yeni sistemin hangi ilkeler üzerinde inşa edileceği hâlâ muğlak. İşte tam da bu belirsizlik ortamında, Türkiye'nin uluslararası hukuk vurgusu, adalet arayışı ve Filistin davasına sahip çıkışı bir pusula işlevi görüyor. Kurtulmuş'un Cenevre'deki konuşması da, Türkiye'nin bu yeni döneme dair yaklaşımının bir özeti gibiydi. "İki kutuplu dünya düzeni bitti, tek kutupluluk da sürdürülemedi" derken, çok merkezli yeni dünyanın zeminini adaletle kurmak gerektiğini vurguladı. Bu cümle, bir siyasi değerlendirme değil; aynı zamanda bir yön tayinidir. Türkiye bu yeni çok merkezli dünyanın pasif bir izleyicisi değil, aktif bir kurucusu olmak istiyor.
Bu hedefe giden yolda parlamento diplomasisinin de ne kadar etkili kullanılabileceğini Cenevre'de gösterdi.
Kurtulmuş'un temasları sadece kürsü konuşmalarıyla sınırlı değildi. Konferans marjında birçok ülkenin parlamento başkanıyla bir araya geldi. Moldova, Küba, Pakistan, Singapur, hatta Filistin Ulusal Konseyi temsilcileriyle ayrı ayrı yaptığı görüşmeler, Türkiye'nin çok boyutlu dış politika vizyonunun pratikteki karşılıklarıydı. Özellikle Moldova ile yapılan görüşmede, Gagavuz Türkleri üzerinden kurulan kültürel köprü vurgusu dikkat çekiciydi. Küba ile Filistin konusundaki ortak hassasiyet paylaşılırken, Singapur ile Türkiye'nin Asya açılımı konuşuldu. Pakistan ile ise hem tarihî dostluk teyit edildi hem de şubat ayında imzalanan 24 anlaşmanın sahaya yansıması değerlendirildi. Ama bu temaslar arasında belki de en dikkat çekeni, Filistin Ulusal Konseyi Başkanı Rawhi Fattouh ile yapılan görüşmeydi. Çünkü orada diplomasi değil, neredeyse bir hukuk dili konuşuldu. "İsrail'in Siyonist yönetimi uluslararası mahkemelerde mutlaka yargılanacaktır" cümlesi, yalnızca siyasi bir duruş değil, aynı zamanda bir suç duyurusudur. Bu ifadeyle Kurtulmuş, uluslararası toplumu yalnızca vicdanla değil, hukukla da sorumluluğa çağırdı.
Bir diğer kritik başlık da İstanbul'da düzenlenecek olan PAB 152. Genel Kurulu. Cenevre'de bu organizasyonun da altyapısı hazırlandı. Türkiye, 2026 Nisan'ında dünya parlamentolarına ev sahipliği yapacak. Bu, yalnızca bir diplomatik ağırlık göstergesi değil, aynı zamanda Türkiye'nin çok taraflılık konusundaki iddiasının bir nişanesi olacak.
Numan Kurtulmuş, Cenevre'deki her görüşmede bu mesajı verdi. Filistin meselesine dönersek… Türkiye, Gazze'de yaşananların sessizlikle geçiştirilemeyecek kadar ağır bir trajedi olduğunu tüm platformlarda dile getiriyor. Kurtulmuş'un bu konudaki cümleleri, sadece Türkiye adına değil, insanlık adına atılmış notlar gibiydi: "İsrail'in yaptıkları insanlık suçudur. Sessiz kalan herkes bu suça ortaktır. Uluslararası kamuoyu acilen harekete geçmelidir."