Ayette tarif edilen kadın, hayatta hak ettiği yeri bulmalı
Murat Alan
Bir ismin sadece bir soyadının yanında değil, bir ayetin satırlarında yer alması, üzerinde derin derin düşünülmesi gereken bir meseledir.
Çünkü bu, sıradan bir anılış değil; ilahi bir tescil, ebedi bir şereftir.
Ahzab Suresi'nin 35. Ayeti
Sadece erkek ve kadın müminleri yan yana zikretmekle kalmaz; aynı zamanda İslam'ın kadına bakışını, onun toplumsal ve insani konumunu belirleyen devrim niteliğinde bir metindir. Bu ayet, kadını adeta tarihin tozlu sayfalarındaki görünmezlikten çıkarır, onu Kur'an aracılığıyla evrensel bir beyannamenin merkezine koyar.
Ayet, mümin erkekler ve mümin kadınlar diyerek başlar.. Ardından sabreden, sadakat gösteren, Allah'a gönülden boyun eğen, sadaka veren, oruç tutan, iffetini koruyan ve Allah'ı çok zikreden erkekler ve kadınlar şeklinde devam eder
Her bir vasıf, her bir erdem, her bir sorumluluk, cinsiyet üstü bir hakikatin tecellisidir. Burada kadın, erkeğin "tamamlayıcısı" ya da "yardımcısı" değil; kendi başına bir şahsiyet, kendi kimliğiyle bir mümindir. O artık sadece bir eş, sadece bir anne, sadece bir kız evlat değil; o, Rabbinin huzurundaki tekil bir kul, ahlakın, bilincin ve imanın taşıyıcısıdır.
Bu ayet, 7. yüzyılın cahiliye zihniyetine indirilmiş bir şamar, bugünün modern dünyasında ise hâlâ hikmeti tam olarak kavranamamış insanlığa bir mesajdır.
Zira bugün kadın, modernizmin dayatmalarıyla "yalnızca birey" diye tanımlanmaktadır. Oysa İslam, kadını ne geleneğin nesnesi ne de modernizmin yalnız figürü yapar. Ona, kendi varlığıyla bir değer biçer. Kadına dair bakışını bir cinsiyet değil, bir şahsiyet meselesi olarak kurar.
Ayetin ardı ardına sıraladığı erdemler, Allah katında üstünlüğün cinsiyetle değil, takvayla olduğunu bir kez daha ilan eder. Yani Allah'ın nazarında kadın, herhangi bir "rolün" içine sıkışmış değil; bir kul olarak sorumluluğu, imanı ve mücadelesiyle var olan özne konumundadır.
Modern feminizm, kadını "özgürleştirme" iddiasıyla onu fıtratından koparmıştır. "Kadın sadece kadındır, ne anne ne eş ne bacı" söylemi, kadının doğasında var olan annelik içgüdüsünü, aile bağlarını, toplumsal aidiyetini yok sayar. Bu yaklaşım, kadını "üreten ve tüketen" bir varlığa indirgerken, onu manevi ve duygusal olarak yalnızlaştırmıştır. Kadını metropollerin parlak ışıkları altında, yüksek binalarda kariyer yaparken yalnız bırakan; ama gece başını koyacak bir huzur, sırtını yaslayacak bir aidiyet duygusundan mahrum eden bir sistem bu.
Feminizm, kadını erkekle yarışan bir figüre dönüştürmüş; kadının merhamet, sabır, adanmışlık gibi kadim vasıflarını "zayıflık emaresi" saymıştır. Oysa bu vasıflar, bir toplumu büyük fırtınalara karşı koruyan manevi iskelelerdir. Kadını, güçlü kılan; erkeğe benzemesi değil, kendi fıtratındaki asaleti yaşamasıdır.
Kapitalizm, bu yalnızlaştırmayı fırsata çevirmiştir. Kadına "güçlüsün" diyerek onu iş gücüne dahil etmiş, ancak annelik gibi kutsal bir rolü "engel" olarak göstermiştir.
Bugün Batı'da doğum oranlarının düşmesi, aile kurumunun zayıflaması, kadınların psikolojik bunalımlarının artması boşuna değildir.
Kadının elinden "annelik" alınmıştır; oysa annelik, kadının üzerinde taşıdığı en yüce taçlardan biridir. Ve bu taç, ne diploma ile ne de kariyerle değiştirilemez.
Kadına hem şahsiyet kazandıran hem de onu fıtratına uygun rollerle onurlandıran yegâne sistem İslam'dır. Ne onu bir meta gibi ticarileştirir, ne de sadece ev içi bir varlığa indirger. Onu kul olarak muhatap alır; sorumlulukta erkekle eşit, fıtratta farklı ama değer bakımından denk görür.
Modern sistemlerin kadını metalaştırdığı, reklamlarda pazarladığı, magazinle süsleyip sonra tükettiği bir dünyada; İslam, kadını örter, korur, yüceltir.
Onu değerli kılan, bakışların sayısı değil; Allah katındaki kıymetidir. Ve bu kıymet, süsle değil; sabırla, sadakatle, imanla inşa edilir.