Söylenen ve kastedilen

Siyasetin alışılagelmiş teamüller, gelenekler ve kurallarla sürdürülmesi artık tarihe karışıyor. Bu sadece Türkiye'ye mahsus bir şey değil, Trump'ın yeni başkanlığı ile birlikte artık ciddi itiraza uğramadan dünyanın her tarafında uygulanan yeni bir siyasi üslup. Sadece Türkiye ile meşgul olduğumuz için fark edemiyoruz ama mevcut alışkanlıklara kıyasla, geleneksel siyasetten sapma olarak nitelendirilebilecek hamleler birçok ülkede yeni normal haline geliyor.

Sadece ABD değil, başta Arjantin olmak üzere Latin Amerika ülkelerinin çoğu, Avrupa'da sadece Macaristan değil, Slovenya Polonya hatta aşırı sağın güç kazandığı, Fransa ve Almanya keza Asya'daki neredeyse bütün ciddi ekonomiler, artık alışılagelmişin dışında siyaset yapıyor. Ancak kamuoyu eski kavram ve anlayışlarla bu yeni siyasi dönemi okumaya ve anlamlandırmaya çalıştığı için zihinlerde bulanıklar yaşanıyor. Dünyanın bu yeni durumu uluslarda endişe ve güvensizliğe yol açıyor ve bu güvensizlik, teamül dışı yeni siyasi üsluba zemin sunuyor.

Yani sadece Türkiye değil dünyanın birçok ülkesi beka ve güvenlik anlamında varoluşsal bir sınavdan geçtiğini düşünüyor. Bu hissiyatı gözlemleyebilmek için sadece Türkiye'nin komşularına bakmak bile yeterli olacaktır. Şayet ulusal endişeleri bir cihazla gözlemleme imkanı olsaydı, Türkiye'nin kuzey, doğu ve güney komşularının ruhlarının fokur fokur kaynadığını çok rahat tespit edebilirdik.

****

Hal böyle olunca siyaset de kendisini bu korku ve endişeler üzerinden konumlandırıyor. Ne kadar rasyonel gerekçeleri var bu tartışılır ancak insanların beka ve istikrar beklentisi çok anlaşılır bir talep ve bu noktada insanların ne söylediğinden daha çok neyi kastettiğini anlamaya çalışmak gerekiyor.

Dünyanın her tarafından yaşanan bu belirsizlikten, sorunları empatiyle tartışanlar karlı çıkacak. Türkiye'de hukuk, ekonomi, Kürt sorunu ve Kemalizm başlığı altında toplanacak ana tartışma konularında, sunulan argümanlardan daha çok bu argümanları kullananların gerçekte neyi kastettiğini anlamaya çalışmak gerekiyor.

Örneklendirecek olursak kendisini Atatürkçü ya da Kemalist olarak nitelendirenler ne kadar nesnel ve rasyonel olursa olsun Atatürk ve Kemalizm'e yönelik eleştirileri meşru bir tartışma olarak değil, kendi varlığına hatta geleceğine yönelik yapılmış bir saldırı olarak algılıyor. Bunun tersini düşünecek olursak, Türkiye'nin yegane kurtuluş yolu Kemalizm'dir tezi de Kemalist olmayanlar açısından 1930'lar diktatoryasına bir dönüş talebi olarak değerlendiriliyor.

****