Yapay Zekaya göre orta gelir tuzağı, bir ülkenin kişi başına düşen gelirinin orta düzeyde bir seviyeye ulaştıktan sonra, düşük gelirli ülkelerle ucuz işgücü rekabetini kaybedip yüksek gelirli ülkelerle de inovasyon ve verimlilikte rekabet edemeyerek uzun yıllar bu seviyede sıkışıp kalması durumudur. Bu durum, ülkelerin düşük-gelirden-orta-gelire geçişteki büyüme potansiyelini kaybederek, ekonomilerinin yerinde saymasıyla karakterize edilir.
Bu tanıma göre orta gelir tuzağı, ülke ekonomisinin yeni bir değer üretemeden aynı seviyede kalması, uzun vadede ise kaçınılmaz olarak fakirleşmesi gibi bir sonuca ulaşmak mümkün. Bir çağrışım yapması amacıyla kullandığım orta gelir tuzağı bu yazının ana konusu değil. Ana konu, sadece ekonomik değil sosyo-kültürel olarak da bir üst seviyeye geçmemizi engelleyen vasatlık.
Vasatlığın bir standart haline gelmiş olması da artık kimseyi etkilemiyor. Hiçbir zihinsel çaba göstermeden, hiçbir entelektüel risk almadan onlarca hatta yüzlerce yıldır tekrarlanan argümanlarla şekillenen (oluşturulan) kamuoyu hiçbir dönüşümü tetikleyemiyor ve kendini tekrar ediyor. Zihinsel tembellik konusunda ideolojiler üstü bir uzlaşma var. Yani sadece hamasetle kitlesini yönlendiren kamuoyu önderleri değil, bu hamasete maruz kalan kitle de hiçbir zihinsel çaba göstermeden, varlığını sorunsuz olarak sürdürebiliyor olmaktan memnun. Bir tür alan memnun veren memnun açmazı.
Arkalarına aldıkları vasatlık cephaneliği ile her gün Türkiye battı bitiyor saltoları atanların aksine Türkiye bir uçurumun eşiğinde filan değil sadece siyaset diye, iktidar menfaatleri için savaşanların toplumu mecbur ettiği vasatlık sarmalında. Her sorununu çözecek gücü, iradesi ve potansiyeli var. Zihinleri vasatlıkla tesis edilen kanaatlerin tasallutundan kurtarmak gerekiyor o kadar. Hamasetle saflar sıklaşmıyor sığlaşıyor.
Sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ABD ziyaretinden Papa'nın Türkiye ziyaretine kadar Türkiye'de olan biteni hatırlayacak olursak, yaşanan bütün önemli siyasi gelişmelerde tartışma adına kendisini tekrar eden ideolojik sloganlardan başka bir şey duymadık. Kullanılan tüm argümanları, ilgili konundan bağımsız olarak bundan 30 yıl önce yaşanan siyasi bir tartışmada da duyabilirdik.
Yaşı benim gibi ellinin üzerinde olan birçok okuyucu 1980'li yıllarda filmlerde kötü adam rollerine oynayan Erol Taş'ın televizyon ve gazetelerde yayımlanan röportajlarında, oynadığı roller dolayısıyla gerçek hayatta saldırı ve hakaretlere maruz kalmasını anlattığını hatırlayacaktır. O yıllarda bu röportajları okuyunca bir insanın film ve gerçek hayat ayrımı yapamamasına şaşırır, Erol Taş izleyicileri arasında bu sığlığı gösteren insanların olmasına hayret ederdik.
Ancak aynı sorun günümüzde de devam ediyor. Geniş kitlelerin beğenisini kazanan dizilerde kötü karakteri oynayan oyuncular, sosyal medyada hakaretlere maruz kalıyor, hem kendileri hem de yakınları sosyal medya üzerinden tehdit alıyor. Bu oyuncular muhtemelen yapımcı şirketlerin PR endişeleri nedeniyle maruz kaldıkları bu tehdidi kamuoyu ile tam paylaşamıyor.

7