Çoğulcu, algoritmik demokrasi

İbrahim Kiras'ın dün Karar'da yayımlanan "Demokrasi çağı kapanıyor mu'' başlıklı makalesini can alıcı bir konuyu tartışmaya davet olarak okudum. Demokrasinin beşiği Avrupa ve ABD'de aşırı sağ siyasetin güçlenmesi, popülist söylem ve eylemlerin orta sınıflarda da temsilciler bulması demokrasi adına hayra alamete gelişmeler değil. Türkiye'de ise 22 yıllık Erdoğan iktidarı demokrasiyi değil kendi iktidar araçlarını güçlendirdi.

Kiras, Antik Yunan'dan başlayıp sonrasında Samuel P. Huntington'un dünyadaki demokrasi dalgalarının üç tarihsel dönemecini irdelediği yazısında, demokrasi anlayışını oluşturan tarihsel süreci sarih bir biçimde okuyucularına aktarıyor. Yazıda dönüşümü belirleyen dinamikler değil bizzat tarihi sürecin kendisi anlatılıyor. Ancak Huntington'un üçüncü demokratlaşma dalgası olarak tarihlendirdiği 1974 sonrasında, hatta başlangıç noktası olması itibarıyla, ikinci ters dalga olarak belirlediği 1958-1975 yılları arasında, diğer dönemlerde olmayan çok önemli bir dinamik var: Dijitalleşme

Günümüzde artık Yapay Zeka (YZ) olarak kodladığımız bu teknolojik gelişme, bilgiyi edinme ve kullanmada bir çığır açtı ve hayatın istisnasız bütün alanlarına baş döndürücü bir hızla hakim oluyor. Bu etki gelecekte şimdi öngördüğümüzden çok daha fazla olacak. Demokratikleşme bu yönüyle dijitalleşmeyi ne şekilde hayatımıza uyarladığımızla direkt ilgili bir olgu haline geldi.

Demokrasiyi konuşurken aslında YZ'yı konuşuyoruz ya da konuşmamız gerekir. Siyasi gündemi sağlıklı, bilimsel nesnel analizler değil, sosyal medyada Trend Topic (TT) olmayı başarabilmiş paylaşımlar oluşturuyor. Hele Türkiye gibi bilgiyi ulaşmak için çaba sarf etmeyen, bilginin kıymetsiz olduğu ülkelerde kanaatler sosyal medya platformları üzerinden oluşturuluyor ve elbette çoğu kez de manipüle ediliyor.

TT'in ahlakı yok algoritması var ve bu algoritmayı kavrayanlar kendilerini ahlaki sınırlara değil algoritmalara tabi tutuyor. Ahlaki sınırları tanımamak da toplumsal baskıya yol açmıyor bilakis bunu becerebilenler taktir görüyor. Medyada, sosyal medyada en çok taktir görenler en ahlaklı, dürüst, gerçekçi olan insanlar değil, çoğu kez en pervasız ve ilkesiz olanlar.

Son genel seçimlerden önce siyasetçiler televizyon ekranlarına değil sosyal medya fenomenlerine konuk olmak için birbirleriyle yarıştı. Argo, küfür, cinsellik ve varoş hamaseti ile milyonlarca takipçi edinmeyi başarmış fenomenler siyasete de hesap verilen merci konumuna çıktılar ki bu demokrasimiz için aslında çok büyük bir tehlike. Tabi bunları sözü edilen ilkesizliklerle alakası olmayan fenomenleri tenzih ederek yazıyorum.

Sosyal medya dezenformasyonları ve pervasız fenomenler bir yana, dijitalleşmenin yol açtığı paradigma değişimi artık demokrasiyi yeni bir düzlemde tartışmamız ve anlamamız gerektiğini gösteriyor. Her türlü siyasi görüşe internet üzerinden ulaşma imkanı seçmenin aydınlatılmaya kurtarılmaya muhtaç bir birey olduğu ön kabulünü anlamsız hale getiriyor.