Grand Hotel De Londres

İstanbul'un Beyoğlu semtinde, Tepebaşı sırtlarında konumlanan Büyük Londra Oteli, geç Osmanlı kentleşme hamlelerinin imar ettiği seçkin yapı tipolojileri arasında yer alır.

1891 yılında Glavany ailesine ait eski bir ahşap konağın kaldırılmasıyla boşalan parsel üzerine inşa edilen bu kagir bina, L. Adamopoulos ve N. Aperghis isimli iki ortağın girişimiyle hayata geçirilmiş; dönemin Beyoğlu mimarisine yön veren İtalyan asıllı mimar Guglielmo Semprini'nin tasarım anlayışıyla biçimlendirilmiştir. Cephede yer alan karyatid heykelleri, yapının bezeme dili içerisinde öne çıkan unsurlar arasındadır. Süsleme tercihleri, mimarî anlamda görkemli ve simgesel bir estetik anlayışa işaret eder.

"BELLE VUE"

Yapının inşa edildiği tarihî bağlam, İstanbul'un Avrupa merkezli turizm söylemleri içinde yeniden konumlandığı bir devre denk gelir. Bu çerçevede şekillenen konaklama yapıları, artan seyyah sayısının ihtiyaçlarına göre yeniden tasarlanmaya başlanmıştır. Büyük Londra Oteli, bu süreçte ortaya çıkan ilk örneklerden biridir.

Ernest Hemingway'in 1922 yılında İstanbul'a gerçekleştirdiği ziyaret sırasında bu otelde kalmış olması (bu ziyaret sırasında İstanbul'u gözlemlemiş ve Toronto Daily Star gazetesinde işgal altındaki İstanbul'u yazmıştır), elbette ki Hemingway'in burada kalması, yapının dönemin entelektüel dolaşımı içindeki yeri hakkında bizlere fikir verir.

Diğer yandan otelin Haliç'e bakan cephede yer alması ve etkileyici bir manzarasının olmasından dolayı otel için "Hotel Belle Vue" ismi kullanılmış ve otelin güzel manzarası iyice öne çıkarılmış "Belle Vue" (güzel manzara) ibaresinin broşürlerde ve tabelalarda kullanılmasıyla vurgulanmıştır.

Binanın iç mekân düzenlemesi, dönemin ileri mühendislik tekniklerini barındıran bir anlayışla kurgulanmıştır. Eiffel Kulesi'nde kullanılan sisteme benzerlik taşıyan hidrolik asansör, banyolu odalar, elektrik, sıcak su ve iç hat telefon bağlantıları, konforun yapısal inşa ile kaynaştırıldığı bir modeli yansıtır. Yapı beş katlıdır. Dört ana katta on ikişer oda bulunmaktadır. En üst katta altı oda, bir asansör dairesi ve geniş bir teras bölümü yer almaktadır. Planlamadaki bu sistematik yapı, esasında estetik tercihlerle de bütünleşik bir mimarî tahayyülün ürünüdür.

1930'lu yıllara gelindiğinde otelin cazibesi zayıflamış; 1950'lerde işlevselliğini kaybetmiştir. 1926'da Moulatich, 1930'da D'Andria ve 1960'ta Antakyalı Hüzmeli ailesi tarafından satın alınarak yeni bir döneme taşınmıştır. İbrahim Hüzmeli'nin Amik Ovası'ndaki tarım arazilerini satarak bu yapının mülkiyetini edinmiş olması, İstanbul'daki yeni bir otelcilik serüveninin başlangıç noktasıdır. 1983 yılında gerçekleştirilen kapsamlı yenileme sonrasında elli dört odalı bir yapıya dönüştürülmüş ve yeniden hizmete açılmıştır. Günümüzde yapı, Bristol, Troya, Monopol ve Plaza otelleriyle birlikte aynı aile tarafından işletilmektedir.