ArkKültür

Köşe yazılarımı okuyanlar bilirler zira burada da yeri geldikçe ifade ettiğim gibi, İstanbul'un çağdaş sanat haritası çoğu zaman üretimin kendisinden çok mekânların iddiası üzerinden okunur. Bu okuma biçimi, mekânın fiziksel varlığını hızla tüketen, sergileri geçici uğraklara dönüştüren bir dolaşım yaratır.

Buna karşılık bazı yapılar, zamana yayılan varoluşlarıyla dikkat çekmektedir. Ve tek bir dönemin, tek bir estetik tercihin ya da tek bir işlevin içine kapanmayan bir çizgi üretmektedir. , Cihangir'de tam da böyle bir çizgi üzerinde konumlanmakta ve bu konum mekânın tarihsel gövdesiyle doğrudan ilişkili.

EV KÖKENLİ YAPI

yer aldığı yapı, 1940'lı yıllarda aile evi niteliğiyle inşa edilmiş iki katlı bir konak. Bahçesinde yer alan havuz, dönemin konut anlayışını yansıtan belirgin bir mimari unsur olarak binanın ilk kullanım evresini işaret eder. Bu yapı Cihangir semtinin konut dokusu içinde gündelik yaşamın parçası hâline gelmiş, çevresindeki sokaklarla/komşu yapılarla/semtin ritmiyle birlikte varlık kazanmıştır. Yapının bu erken dönemi esasen bugün hâlâ hissedilen mekânsal ölçünün ve iç düzenin temelini oluşturur.

Zaman ilerledikçe bina, tekil bir yaşam biçimine bağlı kalmadan farklı kullanımlara açılmıştır. 1970'ler ile 1980'ler arasında İtalyan bir antikacının eline geçen yapı bu süreçte dekoratif bir konuta dönüşmüş ve böylece iç mekân, nesneler ve estetik tercihler üzerinden yeniden kurgulanmıştır. Diğer bir ifadeyle bu yapı, bu aşamada da ev olma hâlini korumuş ayrıca başka bir görsel ve kültürel dilin taşıyıcısı hâline gelmiştir.

GÜLFEM KÖSEOĞLU

2000'li yıllara gelindiğinde, mimar Gülfem Köseoğlu tarafından yürütülen restorasyon ve dönüştürme süreci, binanın tarihsel hattında belirleyici bir eşik oluşturmuştur. Bauhaus yaklaşımını referans alan bu müdahale, yapıyı çağdaş bir kültür mekânına dönüştürme hedefi taşırken geçmişte biriken izleri silme yönünde bir irade göstermemiş aksine, binanın semtle kurduğu ilişki iç mekân oranları ve mimari sürekliliği gözetilerek yeniden ele alınmıştır. Bu yaklaşım, yapının geçmişteki yaşam biçimlerini bugünün kültür üretimiyle yan yana getiren bir zemin yaratmıştır.

Bu korumacı dönüşüm anlayışı, mekânsal kimliğini belirleyen temel unsurlar arasında yer alır. Yapı sergilere ve etkinliklere ev sahipliği yaparken kendisini edilgen bir yüzey gibi sunmaz. Mimari düzen oda geçişleri, bahçe ve iç mekân arasındaki ilişki, üretim süreçlerinin bir parçası hâline gelir. Böylece mekân, etkinlikleri yönlendiren ve biçimlendiren bir bağlam üretir.

etkinlik geçmişi, bu bağlamsal yaklaşımın izlerini açık biçimde taşır. 2009 yılında gerçekleştirilen "1555" adlı karma sergi, yerli ve uluslararası sanatçıları bir araya getiren bir buluşma olarak mekânın erken dönem üretim hattını görünür kılmıştır. Bu sergi, mekânın seçici tutumunu ve sergi pratiğinde bağlamı önceleyen yaklaşımını ortaya koyan örneklerden biri olarak kayda geçmiştir. Yapının ölçeği ve mimari özellikleri, bu sergide üretilen işlerin algılanma biçimini doğrudan etkilemiştir.

"HAFIZANIN BAŞLANGICI"

2024 yılında Galeri Nev'in "Hafızanın Başlangıcı" başlıklı karma sergisine ev sahipliği yapılması, Ark Kültür'ün İstanbul'daki galericilik tarihine açılan bir kapı işlevi görmesini sağlamıştır. Bu sergi, Galeri Nev'in kentle kurduğu uzun soluklu ilişkinin izlerini görünür kılmıştır. Böylece Ark Kültür, ilişkisel bir tarih anlatısının mekânsal taşıyıcısı hâline gelmiştir.